
Ercan Kesal’ın Peri Gazozu Hikâyesi Üzerine Derinlikli Bir Çözümleme
Giriş
Ercan Kesal, 1959 yılında Nevşehir’in Avanos ilçesinde doğmuş bir hekim, yazar, oyuncu ve senaristtir. Tıp eğitimini Ege Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra, Ankara’nın taşra ilçelerinde hekim olarak görev yapmıştır. Hekimlik yıllarında başladığı yazın yolculuğu; deneme, öykü ve senaryo alanında devam etmiştir. İstanbul’a yerleşmesiyle sinema dünyasıyla tanışmış; Uzak, Üç Maymun ve Bir Zamanlar Anadolu’da gibi filmlerde hem oyuncu hem de senarist olarak öne çıkmıştır.
İçindekiler (Hızlı Erişim)
- Giriş
- Tema ve Çatışma
- Olay Örgüsü (Serim–Düğüm–Çözüm)
- Serim (Giriş)
- Düğüm (Gelişme)
- Çözüm (Sonuç)
- Anlatıcı ve Bakış Açısı
- Güvenilirlik ve Duygusal Derinlik
- Perspektifin İşlevi
- Gösterme Eğilimi
- Karakter Analizi ve İç Çözümleme
- Anlatıcı (Ercan Kesal)
- Mevlüt (Baba Karakteri)
- Hikmet
- Faruk ve Oğlu
- Diğer Yan Karakterler
- İç Çözümleme ve Temayla İlişki
- Mekân ve Zaman
- Mekânın Anlamı
- Zaman Katmanları
- Atmosfer ve Ruh Hali
- Kasaba ve Taşra Gerçeği
- Belleğin Zaman ve Mekânı
- Anlatım Teknikleri ve Dil‑Üslup
- Sinemasal Anlatım ve Göstermeci Üslup
- İç Monolog ve Bilinç Akışı
- Diyalog Kullanımı
- Motif ve Sembolizm
- Dil Özellikleri
- Anlatımın Etkisi
- Sonuç
Kesal’ın 2013 yılında yayımlanan Peri Gazozu adlı eseri, yazarın çocukluk anıları, hekimlik gözlemleri ve toplumsal belleğe dair tanıklıklarıyla örülmüş kısa metinlerden oluşur. Bu metinler klasik anlamda öykü sınırlarını zorlayan, yer yer anı, yer yer deneme özellikleri gösteren parçalı anlatılardır. Kitapta, taşra yaşamının sıradan görünen ama derinlikli izler bırakan anları; ölüm, kayıp, vicdan, yoksulluk ve aidiyet gibi kavramlar eşliğinde sunulur.
Peri Gazozu, bireysel hafızadan yola çıkarak toplumsal hafızaya uzanan, kişisel ile kamusal olanı birbirine bağlayan içten bir anlatıdır. Yazarın sinemaya özgü sahne kurma becerisi, bu anlatıların sinemasal bir akış içinde kurgulanmasını sağlar. Okur, bir anlatıyı okumaktan çok, izliyormuş hissine kapılır.
Bu çözümlemede, Peri Gazozu kitabında öne çıkan metinler ışığında, özellikle vicdan ve hafıza temaları; anlatım tarzı, karakter yapıları ve toplumsal kırılmalarla ilişkisi bağlamında ele alınacaktır. Yazarın bireysel deneyimleriyle örtüşen bu anlatıların, genel okurda nasıl bir etki bıraktığı da tartışmaya açılacaktır.
Tema ve Çatışma
Peri Gazozu adlı kitap, bireysel hafızayla toplumsal vicdanın kesiştiği bir anlatı örgüsüne sahiptir. Bu anlatılarda en temel tema, bellek üzerinden kurulan vicdani sorgulamadır. Ercan Kesal, kendi çocukluğu, babasıyla ilişkisi, hekimlik deneyimi ve ülkenin toplumsal travmaları arasında iç içe geçmiş bir anlatı sunar. Her bir metin, bir “anı”nın peşine düşerken aslında bir “yara”yı da görünür kılar.
Hikâyelerde öne çıkan başlıca temalar şunlardır:
- Baba-oğul ilişkisi ve aidiyet
- Ölüm ve kayıp
- Çocukluk ve büyüme
- Vicdan, utanma, suçluluk duygusu
- Toplumsal adaletsizlik ve sessizlik
Bu temalar, doğrudan anlatıcının yaşadıklarıyla bağlantılıdır. Örneğin “Kurban” adlı bölümde anlatıcı çocukken arkadaşı Hikmet’in Kızılırmak’ta boğuluşuna tanık olur. Bu olay, sadece bir kayıp değil, aynı zamanda anlatıcının vicdanında kalıcı bir yankıya dönüşür. Hikmet’in annesinin ağıtı, yıllar sonra bir mezar açımı sırasında işitilen başka bir annenin sesiyle örtüşür. Böylece bireysel travma, toplumsal travmanın yansıması olur.
Benzer şekilde, “Yetimim, Beni Göğsüne Yasla” metninde babasını kaybeden çocukların iç dünyası, acımasız bir gerçeklikle yüzleşir. Anlatıcının babası da erken yaşta ölmüştür ve bu durum, yazarın kendi çocukluğundaki kırılmalarla örtüşür. Yazar, bireysel bir duyguyu anlatırken evrensel bir yetimlik hâlinden söz eder.
Eser boyunca gelişen çatışmalar, bireyin iç dünyasında ve toplumun çelişkili yapısında belirginleşir. En baskın çatışmalar şunlardır:
- Bireysel hafıza ile toplumsal hafızanın çatışması
- Çocukluk saflığı ile yetişkin dünyanın acımasızlığı arasındaki uçurum
- İnançla sorgulama, suskunlukla anlatma arasındaki ikilem
- Bireyin vicdanıyla yüzleşmesi ve susmak zorunda kalması
Yazar bu çatışmaları romantize etmeden, süslemeye başvurmadan verir. Bu nedenle metinler, her okuyucuda derin bir etkilenim yaratır. Çünkü anlatılanlar sıradan hayatın içinden çıkıp gelen evrensel hallerin yansımasıdır.
Ayrıca anlatılarda, devletin resmi diliyle bireyin dili arasında da çatışma görülür. Özellikle “feth-i kabir” anlatısında, bürokratik bir işlemin ardında yatan dramatik duygulanım, bu dil farklılığıyla ortaya konur. Bürokratik ifadelerin yüzeyselliği, annenin ağıt dolu sözleriyle çarpışır. Bu çatışma, resmi söylemle halkın acısı arasındaki derin uçurumu gösterir.
Sonuç olarak Peri Gazozu, görünüşte sıradan gibi duran olaylar aracılığıyla; toplumun en derin yaralarına temas eder. Bellek, kayıp ve vicdan arasındaki gerilim, her metnin kalbinde bir çatışma biçiminde kendini gösterir. Bu nedenle kitabın tamamı, hem bireysel hem de kolektif bir hesaplaşma metni olarak okunabilir.
Olay Örgüsü (Serim–Düğüm–Çözüm)
Peri Gazozu, geleneksel anlamda çizgisel bir olay örgüsüne sahip öykülerden oluşmaz. Ancak her bir metin, kendi içinde serim, düğüm ve çözüm yapısına sahiptir. Bu yapı, klasik öykü kurgusundan çok, içsel bir zaman akışına ve hafızanın çağrışımına dayanır. Metinler, çoğunlukla anlatıcının bir nesne, koku, görüntü ya da olay aracılığıyla geçmişe yönelmesiyle başlar. Ardından bu hatırlama bir içsel çatışma veya yüzleşmeye dönüşür.
Serim (Giriş)
Metinlerin çoğu, anlatıcının çocukluk ya da gençlik yıllarına uzanan bir anla başlar. Bu anlar genellikle sıradan, gündelik bir olay gibi görünür: babayla yapılan bir yolculuk, bir otopsi anı, yaz tatilinde yüzme planı, sabah balkonuna gelen bir ses, taşradaki hastanede geçirilen bir gece. Bu sade başlangıçlar, bir anlamda okuru güvende hissettirir.
Düğüm (Gelişme)
Ancak kısa süre içinde anlatı derinleşir. Hatırlanan olayın arkasında, anlatıcının vicdanında derin bir iz bırakan bir durum vardır. Örneğin “Kurban” hikâyesinde, çocuk yaşta bir arkadaşın boğulması; “Yetimim, Beni Göğsüne Yasla”da ölümle yüzleşen bir çocuğun yas tutma biçimi; “Ne Alakası Var Baba”da ise kuşaklar arası ideolojik ayrımlar ön plana çıkar. Her düğüm anı, karakterin içsel bir hesaplaşmaya sürüklenmesiyle belirginleşir. Bu çatışma, dramatik bir doruk noktasına ulaştığında, anlatının anlamı da açığa çıkar.
Çözüm (Sonuç)
Metinlerin çözüm bölümü, çoğu zaman klasik anlamda bir rahatlamayla sonuçlanmaz. Tersine, anlatıcı geçmişiyle yüzleştiği noktada bir tür içsel sarsıntı yaşar. Bu sarsıntı bazen sessiz bir kabulleniş, bazen keskin bir öfke ya da hüzünle son bulur. Çözüm bölümünde, olaydan çok duygu hâkimdir. Özellikle “Ceket Çıktığında” ve “Ben Büyüdüm Baba” bölümlerinde, çözüm hem fiziksel bir büyüme hem de metaforik bir özgürleşme ile bağdaştırılır.
Kesal’ın bu anlatı tekniği, sinemasal bir kurgu mantığına da benzer. Bir bakış, bir ses, bir eşya, olayların tetikleyicisi olur. Gerçek zamanla geçmiş zaman arasında yumuşak geçişler yapılır. Bu geçişler, okuyucuyu da anlatıcının hafızasında bir yolculuğa çıkarır. Böylece her olay örgüsü, yalnızca bir hikâyenin anlatımı değil, aynı zamanda bir bellek yeniden inşası işlevi görür.
Genel olarak değerlendirildiğinde, Peri Gazozu‘ndaki olay örgüleri, klasik dramatik yapıdan farklı olarak içe bükülen, katmanlı ve parçalı bir form taşır. Okur, bu yapının içinde yalnızca bir olayın değil; bir duygunun, bir yüzleşmenin izini sürer.
Anlatıcı ve Bakış Açısı
Peri Gazozu’ndaki tüm metinlerde anlatıcı, birinci tekil kişi ağzından konuşur. Bu seçim, anlatıların samimiyetini artırırken okuru anlatıcının zihinsel ve duygusal dünyasına doğrudan yaklaştırır. Okur, olaylara dışarıdan bakan biri olarak değil, anlatıcının geçmişe dair içsel yolculuğuna eşlik eden bir tanık gibi konumlanır.
Anlatıcı, çoğu zaman “ben” diye seslenir. Ancak bu “ben” yalnızca bireysel bir özne değildir; aynı zamanda bir dönemin, bir kuşağın, bir toplumun da sesi olur. Çünkü anlatılanlar, sadece kişisel anılar değil, toplumsal bellekte yer etmiş olaylarla kesişen deneyimlerdir. Sivas Katliamı, töre cinayetleri, yoksulluk, askeri darbe gibi olaylar, anlatıcının bireysel geçmişiyle birlikte aktarılır. Bu da anlatıcının yalnızca kendi adına değil, kolektif bir vicdan adına da konuştuğunu gösterir.
Güvenilirlik ve Duygusal Derinlik
Birinci tekil şahıs anlatıcı, genellikle güvenilmez olarak sınıflandırılır. Ancak Ercan Kesal’ın anlatıcısı tam tersine güvenilirdir; çünkü kendisiyle ve geçmişiyle hesaplaşmaktan kaçmaz. Hikâyelerde herhangi bir süsleme ya da dramatizasyon görülmez. Olaylar yalın, içten ve çoğu zaman hüzünle ama abartısız biçimde aktarılır. Bu durum anlatıcının içtenliğini artırır.
Kesal’ın anlatıcısı aynı zamanda pişmanlık, utanç, özlem ve çaresizlik gibi duygularla örülüdür. Bu duygu katmanı, anlatımın her satırına sinmiştir. Özellikle çocukluk anılarında anlatıcının yaşadığı mahcubiyet ya da bir yetişkin olarak tanık olduğu adaletsizlik karşısında hissettiği çaresizlik, onun derinliğini gösterir.
Perspektifin İşlevi
Hikâyelerdeki birinci tekil kişi bakış açısı, olayları geçmişten bugüne doğru bir akışta anlatır. Bu durum, hatırlamanın doğasına uygundur. Anlatıcı geçmişi bugünkü aklıyla yeniden değerlendirir. Örneğin, çocukken yaşanan bir olayın anlatımı, yetişkin bir insanın yargısıyla bütünleşir. Bu hem metne felsefi bir katman kazandırır hem de yaşananların anlık bir kayıt değil, yıllar sonra süzülmüş bir bilinç ürünü olduğunu gösterir.
Bununla birlikte anlatıcı, kendi geçmişine mesafeyle yaklaşsa da duygularını esirgemez. Bu sayede okur, anlatıcının iç dünyasına yalnızca tanık olmaz; onunla birlikte o duyguları yaşar. Özellikle baba figürüyle kurulan ilişki, metin boyunca giderek dönüşür. Bu dönüşüm, anlatıcının perspektifinde de yansır: çocukken anlaşılmaz ve baskıcı görünen baba, yetişkin bakışında şefkatli ve derin bir figüre dönüşür.
Gösterme Eğilimi
Anlatıcı, olayları anlatmaktan çok “gösterir”. Bu eğilim, sinema dilinden gelen bir yazar için oldukça doğaldır. Kesal’ın anlatıcısı sahneleri resmeder, diyalogları olduğu gibi verir, duyguları doğrudan anlatmak yerine olayın kendisiyle açığa çıkarır. Bu sinemasal yaklaşım, anlatıcının sezdirme gücünü artırır. Okur, anlatılan olayları zihninde görselleştirerek yaşar.
Sonuç olarak, Peri Gazozu’ndaki anlatıcı; bireysel olduğu kadar toplumsal bir tanık, geçmişin susmayan sesi ve vicdani bir bellektir. Birinci tekil şahıs bakış açısının etkili kullanımı, anlatıları hem içten hem de sahici kılar. Böylece okur, yalnızca bir metin değil, bir yaşam hissiyle karşılaşır.
Karakter Analizi ve İç Çözümleme
Peri Gazozu’ndaki karakterler, tipik edebi kurmacalardaki gibi hayali, idealize ya da sembolik kişiler değildir. Ercan Kesal, gerçek hayattan alınmış, derinlikli, çelişkili ve çoğu zaman suskun karakterler sunar. Bu karakterler hem bireysel kimlikleriyle öne çıkar hem de toplumun kültürel, sosyolojik kodlarını temsil eder. Anlatılar boyunca öne çıkan birkaç temel karakter vardır: anlatıcının kendisi, babası Mevlüt, annesi, çocukluk arkadaşları (özellikle Hikmet), hekimlik yıllarındaki hastalar ve hayatına dokunan tanıklıklar.
Anlatıcı (Ercan Kesal)
Kitaptaki tüm anlatıların merkezinde yer alan birinci şahıs anlatıcı, aslında yazarın kendisidir. Ancak bu anlatıcı yalnızca bireysel yaşamını aktaran bir figür değildir; yaşadığı toplumun vicdanı, hafızası ve sesi olma sorumluluğunu da üstlenir. Bu nedenle hem içsel olarak sürekli sorgulayan bir karakterdir hem de geçmişle yüzleşmekten kaçmayan bir hafıza taşıyıcısıdır.
Anlatıcı, çocukluk yıllarındaki masumiyetiyle, yetişkinlik yıllarındaki yorgunluğunu bir arada taşır. Geriye dönüp baktığında neyi eksik bıraktığını, kimin sesine kulak veremediğini sorgular. Özellikle ölüm karşısındaki çaresizliğiyle, vicdanıyla baş başa kalır. Bu yüzden karakterin iç çözümlemesi yalnızca düşüncelerle değil, olaylara verdiği tepkilerle açığa çıkar.
Mevlüt (Baba Karakteri)
Kesal’ın babası Mevlüt, kitabın duygusal merkezlerinden biridir. İlk bakışta geleneksel, sert, biraz da mesafeli bir baba figürü olarak çizilir. Ancak ilerleyen sayfalarda onun da kendi içinde kırılgan, hassas ve içli bir insan olduğu ortaya çıkar. “Ne Alakası Var Baba” bölümünde, oğlunun politik tercihlerini anlamakta zorlanan bir babadır. Fakat bu anlamayış, yargılamaya dönüşmez. Tam tersine, hayat tecrübesine dayanarak uyarır ama asla dışlamaz.
Mevlüt’ün geçmişi de onun karakter derinliğini artırır. Babasız büyümüş, erken yaşta sorumluluk almış, gazozculuk yapmış, okuyamamış ama kitaplarla bağ kurmayı başarmış biridir. Bu haliyle Mevlüt, hem Türkiye’deki eski kuşak taşra babalarının temsili olur hem de bireysel incelikleriyle unutulmaz bir karaktere dönüşür.
Hikmet
“Kurban” hikâyesindeki Hikmet karakteri, anlatıcının çocukluk arkadaşıdır. Yüzmeyi birlikte öğrendikleri, gazozhanenin üst katında yaşayan, içine kapanık ama zeki bir çocuktur. Onun Kızılırmak’ta boğularak ölmesi, yalnızca bir çocukluk travması değil, aynı zamanda vicdani bir kırılmadır. Hikmet’in göz göre göre kaybolması, yazarın belleğinde derin bir iz bırakır. Bu olay, ileride yaşanan başka ölümlerle anlam düzleminde birleşir ve toplumsal bir metafora dönüşür.
Faruk ve Oğlu
“Yetimim, Beni Göğsüne Yasla” bölümündeki Faruk, karaciğer kanseriyle mücadele eden genç bir babadır. Oğlu, babasının göğsüne başını yaslayarak teselli bulur. Bu sahne, hem dokunaklıdır hem de babasız kalmanın ne demek olduğunu anlatıcının gözünden bize taşır. Faruk karakteri, genç yaşta ölüme yaklaşan ama çocuklarının gözünde hâlâ güçlü bir figür olmayı sürdüren bir babadır. Bu yönüyle anlatıcının kendi babasını hatırlamasını sağlar ve metinler arasında duygusal bir bağ kurar.
Diğer Yan Karakterler
Kitaptaki her yan karakter, kısa süreliğine görünmesine rağmen bir bütünlüğün parçası olur. Sivas Katliamı’nda hayatını kaybeden gençler, morgda sahipsiz kalan Hatice, otopsideki genç kadın, köy çocuğu, savcının arabasındaki yolculukta karşılaşılan isimler… Tüm bu karakterler, hem bireysel hem de kolektif trajedilerin taşıyıcısıdır. Her biri, anlatıcının vicdan aynasında bir çatlak açar.
İç Çözümleme ve Temayla İlişki
Karakterlerin iç dünyaları, eylemleri kadar sessizlikleriyle de aktarılır. Konuşmalarındaki boşluklar, bakışlarındaki sönüklük ya da bir eşyanın ardında duran hatıra; her biri karakter çözümlemesinin parçasıdır. Bu anlatım biçimi, metinlerdeki içsel gerilimi artırır. Özellikle baba karakteriyle kurulan bağ, büyüme temasıyla birleşerek okurun empatisini derinleştirir.
Sonuç olarak Peri Gazozu, karakterleri aracılığıyla yalnızca bir insanın geçmişini değil; bir toplumun yüzleşmeye cesaret edemediği gerçekleri de açığa çıkarır. Her karakter, anlatıcının belleğinde bir iz, anlatının merkezinde ise bir odak noktasıdır.
Mekân ve Zaman
Peri Gazozu’nda anlatıların temel mekanı, yazarın doğup büyüdüğü kasaba olan Avanos ve Anadolu’nun farklı taşra coğrafyalarıdır. Zaman ise anlatıcının çocukluk yıllarından başlayarak hekimlik dönemine, oradan da bugüne kadar uzanır. Ancak bu zaman çizgisi doğrusal değildir; geçmiş, şimdi ve gelecek arasında bilinçli olarak kesintilerle kurulan çağrışımsal bir yapıda ilerler.
Mekânın Anlamı
Avanos, anlatıcının belleğinde yalnızca bir yer değil, aynı zamanda bir duygu coğrafyasıdır. Yazar için Avanos; baba figürüyle, çocuklukla, ilk kayıplarla, mahcubiyetlerle ve büyüme sancılarıyla özdeşleşmiştir. Gazozhane, Kızılırmak, açık hava sineması, ıstarın ardındaki gizli kovuk, kasaba sokakları, mezarlıklar, otobüs terminalleri… Her biri yazarın iç dünyasında ayrı bir hatıra tabakası oluşturur. Bu yerler yalnızca geçmişi temsil etmez; aynı zamanda o geçmişin izlerini bugüne taşıyan geçitlerdir.
Gazozhanedeki detaylar –şişe yıkama havuzu, bakır kazan, çeşme başındaki kavgalar– anlatıcının babasına ve çocukluğuna ait derinlikli bir portre çizer. Açık hava sinemasında izlenen filmler, karakterin estetik dünyasının şekillenmesinde etkili olur. Yine aynı şekilde mezarlıklar, otopsi odaları ve hastane koridorları; ölüm ve vicdan temalarının derinleştiği mekânlardır.
Zaman Katmanları
Anlatılarda zaman çizgisi kesintisiz bir akışla ilerlemez. Aksine, geçmişin bugünü belirlediği, hatırlamanın zamanın akışını bozduğu bir yapı söz konusudur. Bir çocukluk anısı, anlatıcının gözünde büyüyerek şimdiye sızar. Örneğin Hikmet’in boğulması, yıllar sonra bir başka cenaze töreninde yeniden hatırlanır. Sadece hafızada değil, mekânlar arasında da bu tür geçişler yapılır. Böylece Avanos’un küçük sokaklarıyla Sivas’taki Madımak Oteli ya da Batman’daki bir hastane morgu arasında görünmeyen bir bağ kurulur.
Bu bağ, yazarın geçmişi unutulmuş bir zaman dilimi değil, bugünün içine gömülü bir gerçeklik olarak gördüğünü gösterir. Zaman, bu anlamda sadece ölçülen değil; hissedilen ve yeniden yaşanan bir süreçtir.
Atmosfer ve Ruh Hali
Anlatıların mekânsal atmosferi, karakterlerin duygusal hâlleriyle doğrudan ilişkilidir. Kasabanın sessiz sokakları, çocukların yetim kalmış bakışları, mezarlıklardaki sabah sisi, otopsideki ağır sessizlik ya da radyodan yükselen bir türkü… Tüm bu ayrıntılar, yalnızca çevresel betimlemeler değil; aynı zamanda içsel bir ruh halinin dışavurumudur.
Özellikle “Yetimim, Beni Göğsüne Yasla” ve “Kurban” gibi metinlerde geçen mezarlık ve nehir kenarı, hem fiziksel hem de metaforik olarak hayat ve ölüm arasındaki geçişi simgeler. Bu tür mekânlar, yalnızca olayların gerçekleştiği yerler değildir; karakterlerin iç dünyalarını yansıtan aynalardır.
Kasaba ve Taşra Gerçeği
Mekân anlatılarında taşra, nostaljik bir güzelleme ile değil, tüm gerçekliğiyle yer alır. Eksikleri, yoksunlukları, suskunluğu, dayanışması ve zaman zaman da zalimliğiyle anlatılır. Hekimlik yaptığı dönemde anlatıcı, taşrada adaletsizliğe, ölüme, sessizliğe tanıklık eder. Bu tanıklık, mekâna sinmiş bir vicdan yükü olarak hissedilir. Türkiye’nin kıyıda kalmış, sesi duyulmayan coğrafyaları; bu hikâyelerde birer tanık değil, doğrudan karakter hâline gelir.
Belleğin Zaman ve Mekânı
Sonuç olarak Peri Gazozu, hem mekânsal hem zamansal olarak belleğin edebi inşasına dayanır. Yerler yalnızca fiziki değil, duygusal anlamlar taşır. Zaman ise sadece kronolojik bir akış değil, sürekli geri çağrılan, dönüp dönüp düşünülen bir bilinç alanıdır. Bu yönüyle kitap, yalnızca bir hikâyeler toplamı değil; mekânda ve zamanda yol alan bir bellek atlasıdır.
Anlatım Teknikleri ve Dil‑Üslup
Peri Gazozu’nda Ercan Kesal’ın anlatım tarzı, hem içerik hem biçim açısından büyük bir dikkatle kurgulanmıştır. Dil yalın, cümleler kısa ve etken, anlatım ise son derece içten ve samimidir. Ancak bu sadelik, yüzeysel bir anlatım anlamına gelmez. Aksine, metinler oldukça katmanlıdır ve anlatıcı her satırda okurun zihnine sessizce ama kararlılıkla dokunur. Anlatım tekniklerinin ustalıklı kullanımı sayesinde hikâyeler sadece anlatılmaz, yaşanır.
Sinemasal Anlatım ve Göstermeci Üslup
Kesal’ın anlatımında sinema kökenli bir düşünme biçimi hâkimdir. Yazar, olayları okura “anlatmak”tan çok “göstermek” ister. Bu da klasik edebiyat anlatısından farklı olarak, sahne sahne kurulan imgelerle kendini gösterir. Örneğin bir çocuğun babasının göğsüne başını yaslaması, ağıt yakan bir annenin sesi, mezarlıktaki sabah sisi ya da sobanın başında oturan bir babanın sessizliği… Tüm bu sahneler, adeta bir film karesi gibi canlıdır.
Kesal, okuyucusunu olaylara dışarıdan bakan biri olarak değil, bizzat sahnenin içindeki bir tanık olarak konumlandırır. Bu yöntem, özellikle çocukluk anılarında etkili bir duygusal yoğunluk yaratır. Okur, o çocukla birlikte utanır, korkar, üzülür ve büyür.
İç Monolog ve Bilinç Akışı
Bazı metinlerde iç monolog tekniği baskındır. Anlatıcı, yaşananları yalnızca dış gerçeklik üzerinden değil, kendi zihinsel süreci içinde aktarır. Özellikle pişmanlık, vicdan azabı, özlem gibi duyguların işlendiği bölümlerde bu yöntem çok etkili bir şekilde kullanılır. Bu sayede okur, yalnızca olup bitenleri değil, anlatıcının bunlara nasıl tepki verdiğini de doğrudan hisseder.
Yer yer bilinç akışı tekniğiyle anlatı karakterinin içsel geçişleri aktarılır. Bir nesne, bir ses ya da bir koku; anlatıcıyı yıllar öncesine götürür. Bu teknikler, zaman kavramını kırar ve geçmişi bugüne taşır.
Diyalog Kullanımı
Metinlerde diyaloglar sınırlı ama oldukça belirleyicidir. Özellikle baba-oğul konuşmaları, kısa ama yüklüdür. “Ne alakası var baba?” cümlesi, yalnızca bir itiraz değil, bir dönemin ruh hâlinin yansımasıdır. Diyaloglar aracılığıyla kuşak çatışmaları, kırgınlıklar ve anlaşılma isteği açık biçimde ortaya konur.
Motif ve Sembolizm
Peri Gazozu’nda bazı tekrar eden motifler, tematik bütünlüğü güçlendirir. Baba göğsü, çocuklukta huzur ve güvenin sembolüdür. Ceket, büyümenin ve özgürleşmenin metaforuna dönüşür. Gazozhane, kaybedilen masumiyetin ve babayla kurulan ilişkinin taşıyıcısıdır. Sessizlik, bireyin acılar karşısındaki çaresizliğini temsil ederken, su, hem yaşam hem kayıplar üzerinden güçlü bir çağrışım yaratır.
Metinlerde yer yer sembolik katmanlar da kullanılır. Örneğin “Sessizlik Kulesi” benzetmesi, toplumun ölüme ve adaletsizliğe karşı duyarsızlaşmasını sert ama etkili bir şekilde eleştirir.
Dil Özellikleri
Kesal’ın dili yalın ama çok yönlüdür. Yerel deyimlere, halk söyleyişlerine, Anadolu Türkçesinin doğal akışına sıkça yer verilir. Bu durum anlatının hem inandırıcılığını artırır hem de karakterlerin gerçekliğini pekiştirir. Dil yer yer şiirselleşir; ama bu şiirsellik duygusal yoğunluğu artırmak için araçsallaştırılır, estetik bir gösterişe dönüşmez.
Özellikle ağıtlar, anne sözleri, çocuk konuşmaları ve halk diliyle aktarılan cümleler, metne yerellik kazandırırken evrensel bir insanlık hâlini de temsil eder. Bu dil anlayışı, anlatıcının hem toplumun içinden biri olduğunu hem de o topluma dışarıdan bakabilen bir göz geliştirdiğini gösterir.
Anlatımın Etkisi
Tüm bu anlatım teknikleri bir araya geldiğinde, ortaya sıradan olayların olağanüstü duygularla örülü anlatımları çıkar. Anlatıcının suskunluğu, vicdanı, pişmanlığı ve sevgisi; bu sade ama çok katmanlı dilin içinde yankılanır. Okur, anlatılan her anıyı kendi hafızasında bir yere yerleştirir.
Sonuç olarak Peri Gazozu, anlatım teknikleri açısından son derece ustaca kurgulanmış, sade görünen ama yoğun duygular taşıyan bir anlatılar bütünüdür. Bu yönüyle yalnızca içerik değil, biçim açısından da dikkate değer bir eser olarak öne çıkar.
Sonuç
Peri Gazozu, yalnızca bireysel hatıraların bir araya getirildiği nostaljik bir kitap değil; aynı zamanda toplumsal hafızaya yönelen, vicdani hesaplaşmaları merkezine alan güçlü bir edebi yapıttır. Ercan Kesal, sade ve etkili anlatımıyla, okuru kendi çocukluğuna, travmalarına ve unutulmuş sorularına döndürür. Kitapta yer alan her anlatı, geçmişten bugüne akan bir bellek izi gibidir. Bu iz, kimi zaman babanın göğsünde huzur bulmaya çalışan bir çocukla, kimi zaman otopside açılan bir mezarda ya da kıyıya vuran sessiz bir acıyla belirginleşir.
Kesal’ın edebi başarısı, sıradan yaşam olaylarını anlatırken bile evrensel insani duygulara ulaşabilmesidir. Baba-oğul ilişkisi, çocuklukta yaşanan suçluluk duyguları, ölüm karşısındaki çaresizlik, taşra yalnızlığı ve toplumsal adaletsizlik… Bunların her biri yalnızca anlatıcının değil, her okurun kendi yaşamında da yer bulabilecek temalardır. Yazar, bu temaları dramatize etmeden ama sarsıcı bir içtenlikle aktarır. Böylece okur, anlatılanları okurken aynı zamanda kendi hafızasının kapılarını da aralar.
Kitabın anlatım tekniği, dil-üslup başarısı ve karakter derinliği kadar dikkat çekici olan bir diğer yönü, hikâyelerin kime hitap ettiğidir. Peri Gazozu, özellikle taşrada büyümüş, ailevi bağları güçlü, geçmişiyle hesaplaşmaya çalışan ya da bu tür bir duygusal yoğunluğu taşıyan okurlar için oldukça etkileyicidir. Bununla birlikte, toplumsal adalet, vicdan ve hafıza gibi evrensel kavramlara duyarlı her okur, bu kitapta kendine ait bir şeyler bulabilir.
Edebi açıdan bakıldığında ise Peri Gazozu, türler arası geçişkenliği, sinemasal anlatım dili, yalın ama katmanlı üslubu ve insanı merkeze alan derinliğiyle çağdaş Türk edebiyatında özgün bir yer edinmiştir. Kimi anlatılarında anı, kimi bölümlerde deneme ve yer yer kısa öykü yapısı dikkat çeker. Ancak tüm bu anlatılar arasında duygusal bir bütünlük vardır. Bu da kitabı sadece tematik değil, yapısal olarak da tutarlı kılar.
Sonuç olarak Peri Gazozu, yaşanmışlığın izini süren, vicdanı merkeze alan ve hatırlamanın edebî bir eylem olduğunu hatırlatan güçlü bir eserdir. Kesal’ın bireysel anlatısı, kolektif belleğe dönüşürken; okur da kendi içsel yolculuğuna çıkma cesareti bulur. Bu yüzden kitap yalnızca okunmaz, hissedilir. Ve uzun süre zihinde kalır.




