
Kimlik ve Bellek Sorunu: Postmodern Öyküde Birey
Giriş: Postmodern Anlatının Belirsiz Bireyi
Kimlik ve bellek sorunu, postmodern öykünün en temel eksenlerinden biridir. Klasik anlatılarda karakterler geçmişleriyle tanımlanırken, postmodern anlatılarda geçmiş ya silinir ya da çarpıtılır. Belleğin çökmesi, benliğin de çözülmesine yol açar. Bu nedenle postmodern birey, kendi hikâyesine yabancılaşır; çoğu zaman bu hikâyeyi yeniden kurmaya çalışır ama başaramaz.
İçindekiler (Hızlı Erişim)
Postmodern anlatılar, modernist bireyin devamı gibi görünse de aslında çok daha kırılgan, dağınık ve parçalı bir özneye işaret eder. Bu yeni birey, çoğu zaman kimliğini sabitleyemez, geçmişine ulaşamaz, hatta zamanla kendi varlığından bile kuşku duyar. Kimliğin bir sabite olmaktan çıkması, belleğin güvenilirliğini yitirmesiyle birleştiğinde, edebî karakter artık neye dayanacağını bilemez. Anlatının çatısı bu sorularla şekillenir.
Bu bireysel kırılma, yalnızca karakter bazında değil, anlatının biçiminde de karşılık bulur. Zamansal sıralama bozulur, anlatıcı çoğu zaman güvenilmez bir konuma yerleşir. Ne anlattığına ne hatırladığına emin olunamaz. Bu belirsizlik, kimlik kaybının ve hafızadaki boşlukların doğal bir sonucudur.
Bu yazı, postmodern Türk öyküsünde kimlik ve bellek sorununu tematik ve biçimsel yönleriyle inceleyecektir. Belleksizlik, parçalı benlik, anlatıdaki boşluklar ve geçmişin silinmesi gibi meseleler; hem bireyin iç dünyasını hem de anlatı mimarisini nasıl dönüştürdüğü üzerinden değerlendirilecektir.
Kimlik Sorunsalı: Sürekli Değişen Benlik
Postmodern öykülerde karakterler, sabit bir benliğe sahip değildir. Kimlik, çoğu zaman dış koşullara, belleğe ve hatta dile göre şekillenen geçici bir oluş hâlidir. Bireyin kendini tanımlama çabası, sürekli olarak başarısızlıkla sonuçlanır. Çünkü tanımlanacak bir bütünlük kalmamıştır. Bu nedenle postmodern anlatılarda kimlik, bir arayıştan çok bir kayıptır.
Geleneksel hikâyelerde karakterler belirgin değerler etrafında örülürken, postmodern öykülerde bu değerler çöker. Kahraman figürü silinir, yerine sıradan ya da yönsüz bireyler gelir. Bu bireyler çoğu zaman iç monologlarla kendi benliklerine ulaşmaya çalışır. Ancak iç ses de artık bir dayanak değildir. Karakter kendini tanıdığını sandıkça daha çok parçalanır.
Postmodern kimlik kuramları, bu durumu bir özne krizi olarak tanımlar. Bireyin sabit bir merkezden yoksun kalışı, çok katmanlı ve çelişkili bir kimlik yapısı doğurur. Öznenin bir “ben” olarak sürekliliği kalmaz. Edebî anlatıda bu durum; dilin dağılması, anlatıcının güvenilmezleşmesi ve zaman çizgisinin çözülmesiyle birlikte verilir. Bu yönelime göre, kimlik ve bellek sorunu artık yalnızca bireyin iç çatışması değil; anlatının yapısal dağılmasıyla da ilgilidir (dergipark.org.tr).
Bu anlatılar, karakterin yalnızca toplumsal değil; varoluşsal bir kimlik kaybı yaşadığını gösterir. Birey, geçmişiyle bağ kuramaz; geleceği tahayyül edemez. Arada sıkışır. Bu sıkışmışlık hem tema hem yapı olarak hikâyenin bütününe yayılır. Böylece kimlik sorunu, yalnızca bir karakter meselesi değil; anlatının kurucu unsuru hâline gelir.
Bellek ve Anlatı: Hatırlayamayan Karakterin Dili
Kimliğin parçalanması çoğu zaman belleğin zedelenmesiyle başlar. Postmodern öykülerde karakterler, geçmişlerine ulaşamazlar ya da ulaştıkları şeyin doğruluğundan emin olamazlar. Bu durum, anlatının temel çatısını da etkiler. Çünkü anlatı, hatırlama üzerine kurulur. Hafıza yitimine uğramış bir karakterin hikâyesi, doğal olarak boşluklar, tekrarlar ve çelişkilerle doludur.
Hatırlayamayan anlatıcı, yalnızca eksik bilgi vermekle kalmaz; aynı zamanda okurla arasında bir mesafe oluşturur. Bu mesafe, anlatının güvenilirliğini zedeler ve yapıdaki belirsizliği artırır. Bu yönüyle postmodern metinlerde bellek, sadece karakterin içsel bir sorunu değil; anlatının kurgu sistemine dâhil olmuş bir eksikliktir. Anlatı, bir anlam üretmekten çok, bir eksikliği duyurur.
Bellek ve anlatı ilişkisi, edebî çözümlemelerde giderek daha fazla önem kazanmıştır. Zira hatırlama edimiyle yazma edimi arasında doğrudan bir bağ bulunur. Karakterin neyi ve nasıl hatırladığı, metnin biçimlenme şeklini doğrudan etkiler. Eğer bir karakter hiçbir şeyi hatırlamıyorsa, anlatı da eksik, parçalanmış bir yapı hâline gelir. Bu durum, “bellek ve anlatı ilişkisi” konusunun edebî metinlerde kavramsal bir çerçeve olarak ele alınmasını gerektirir; özellikle “Hafıza Arakesitinde Yazınsal Mekânın Göstergebilimsel Anlatısı” başlıklı çalışmada bu ilişki, mekân betimlemesi, hafıza kodları ve metin bağlantıları üzerinden detaylı biçimde incelenmiştir (“Hafıza Arakesitinde Yazınsal Mekânın Göstergebilimsel Anlatısı,” 2020, Kent Araştırmaları Dergisi)
“Bir Gemide”de Hatırasızlık ve Bireysel Yokluk
Ferit Edgü’nün Bir Gemide hikâyesi, postmodern bellek yitiminin metin düzeyinde nasıl kurulduğuna örnek oluşturur. Anlatıcı, nereden geldiğini, neden gemide olduğunu, hatta kaptanın kim olduğunu bile hatırlamaz. Bu hatırasızlık hâli, yalnızca karakterin geçmişle bağını değil, kendi varlığıyla kurduğu teması da ortadan kaldırır.
Gemi, sabit bir mekân değil; sürekli hareket hâlinde ama bir yere ulaşmayan bir bilinç alanıdır. Bu alanda anlatıcı, kim olduğunu bulmaya çalışmaz. Çünkü arayış duygusu da kaybolmuştur. Belleksizlik, burada bir eksiklik değil; bir varoluş biçimidir. Kendi hikâyesine yabancılaşmış bir anlatıcı, yalnızca sessizlikle çevrilidir. Bu sessizlik, anlatının da diline siner.
Zamanın ve Mekânın Çözülmesi: Anlatının Dağılması
Postmodern anlatılarda yalnızca kimlik ve bellek değil; zaman ve mekân algısı da çözülür. Geleneksel öykülerde zaman çizgisel ilerlerken, bu tür metinlerde zaman ya geri sarar ya da parçalanır. Mekân da artık karakterin yerleşik olduğu bir alan olmaktan çıkar. Sabitlik yerine akışkanlık, yön yerine belirsizlik hâkim olur. Böylece anlatı, başı ve sonu belli bir yapıyı değil; sürekli dağılmakta olan bir deneyimi sunar.
Bu yapısal çözülme, karakterin iç dünyasıyla birebir örtüşür. Zamanın kaybı, belleğin kaybını; mekânın silikleşmesi, kimliğin çözülmesini yansıtır. Karakter bir odada bulunabilir ama o oda tarif edilmez. Zaman geçer ama hangi gün ya da mevsim olduğu belirsizdir. Bu belirsizlik, anlatının tamamına siner. Anlatıcı, yalnızca hikâyeyi değil, zamanı ve alanı da kurmakta zorlanır.
Özellikle postmodern Türk hikâyeciliğinde bu çözülme, bireyin ruhsal dağınıklığıyla doğrudan ilişkilidir. Metin, karakterin yönsüzlüğünü okuyucuya da yaşatır. Cümleler kesilir, zaman atlamaları yapılır, mekân betimlemeleri eksik bırakılır. Böylece okur da bir bütünlük duygusundan yoksun bırakılır. Bu, anlatının biçimsel bir tercihi değil; tematik bir yansımasıdır.
Bu tür çözülme örnekleri, yalnızca biçimde değil; içerikte de gözlemlenir. Anlatıcı geçmişi hatırlayamaz, olayları sıralayamaz. Karakter bir yere gider ama nereye vardığı bilinmez. Bu anlatısal dağınıklık, postmodern bireyin ruh hâlinin doğrudan sonucudur. Böylece hikâye, klasik yapısını kaybeder ve bir arayış biçimine dönüşür.
Sonuç: Postmodern Öyküde Kırılgan Bireyin Temsili
Postmodern öykü, bireyin anlam üretme kapasitesini sorgulayan, hatta çoğu zaman imkânsızlaştıran bir anlatı biçimidir. Bu yapı içinde kimlik ve bellek, sabit referans noktaları olmaktan çıkar. Birey geçmişine ulaşamaz, benliğini tanımlayamaz ve zaman-mekân içinde konumlanamaz. Bu hâl, yalnızca karakterin değil, aynı zamanda bütün anlatının dağılmasına yol açar.
Modernist anlatılar hâlâ bir bütünlüğe ulaşma arzusunu taşırken, postmodern öyküler bu arzudan vazgeçmiştir. Anlamlı bir hikâye kurmak yerine, anlam eksikliği üzerinden bir metin inşa edilir. Karakterin kim olduğunu bilmemesi, neyi unuttuğunu hatırlayamaması ve nereye gittiğini bilmemesi; bu tür anlatıların temel bileşenidir.
Ferit Edgü’nün Bir Gemide hikâyesi, bu kırılganlık hâlinin çarpıcı bir örneğidir. Hatırasız bir karakter, kaptansız bir gemide, yönsüz bir yolculuk içindedir. Ne geçmişe tutunabilir ne geleceğe yönelir. Bu yönsüzlük, yalnızca bireysel bir ruh hâli değil; aynı zamanda çağdaş insanın genel durumunu yansıtır. Hatırlayamayan birey, anlatı kuramaz. Kurulan her cümle, eksik kalmaya mahkûmdur.
Kimlik ve bellek sorunu, postmodern Türk hikâyesinin yalnızca teması değil; aynı zamanda yapısıdır. Bu yapı, klasik anlatının dışına çıkarken, okuru da bu eksikliği fark etmeye ve hatta deneyimlemeye davet eder. Postmodern öykü, bir cevap sunmaz. Sadece sorunun varlığına işaret eder. Ve bu sorun, hâlâ çözülmemiştir.





[…] silinmesi, karakterin kendilik duygusunu da ortadan kaldırır. Bu çatının temelinde ise postmodern öyküde bireyin kimlik ve bellek sorunu yer […]