
Esir Şehrin Mahpusu Roman İncelemesi
Tanıtım / Kimlik Bilgileri
Esir Şehrin Mahpusu, Kemal Tahir’in Esir Şehir Üçlemesinin ikinci romanıdır. İlk kez 1956 yılında yayımlanan bu eser, işgal altındaki İstanbul’da geçen bir tutukluluk sürecini ve aydınların ruhsal durumunu merkeze alır. Roman, İthaki Yayınları tarafından 2007 yılında yayımlanan 3. baskısında 329 sayfa olarak okurlarla buluşmuştur. Kitap, Esir Şehrin İnsanları (1956) ile başlayan üçlemenin ortasında yer alır ve Esir Şehrin İnönü’sü ile tamamlanır. Üçleme, Milli Mücadele yıllarındaki İstanbul’un atmosferini edebi ve sosyolojik açıdan derinlemesine işler.
İçindekiler (Hızlı Erişim)
Romanın yazarı Kemal Tahir, 1910 yılında İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı İsmail Kemalettin Demir’dir. Babası Osmanlı subayıdır; bu nedenle Kemal Tahir’in çocukluk ve ilkgençlik yılları Anadolu’nun farklı şehirlerinde geçmiştir. İstanbul Darülfünun Hukuk Fakültesi’ne kaydolmuş, ancak eğitimini yarıda bırakmıştır. Gazetecilik, çevirmenlik ve yayıncılık gibi işlerde çalıştıktan sonra 1940 yılında Donanma Davası nedeniyle tutuklanmış ve 12 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Cezaevi yıllarında düşünsel olarak derinleşmiş ve özellikle toplumcu gerçekçi bakışını bu dönemde geliştirmiştir. 1960’lı yıllarda yayımladığı eserlerle Türk romanında tarihsel-toplumsal çözümlemeye dayalı özgün bir çizgi oluşturmuştur.
Kemal Tahir, edebi kimliğiyle toplumcu gerçekçilik akımının önemli temsilcilerindendir. Ancak onu yalnızca bu etiketle sınırlamak eksik kalır. Çünkü yazar, tarihi materyalizmi yerel dinamiklerle birleştirmeye çalışmış, Marksist kuramın Batı merkezli yorumlarına eleştirel mesafeyle yaklaşmıştır. Bu yönüyle edebiyatını yerli düşünce arayışına dayandıran ilk romancılar arasında yer alır. Esir Şehrin Mahpusu da bu bakışın somut bir yansımasıdır.
Romanın kaleme alındığı dönem, Türkiye’nin çok partili hayata geçiş sancılarını yaşadığı bir zaman dilimidir. Ancak Esir Şehrin Mahpusunun odak noktası 1920’li yılların başıdır. İstanbul, Mondros Mütarekesi sonrası fiilen işgal altındadır. Osmanlı’nın çözülüşü ve Millî Mücadele’nin hazırlık süreci, romanın tarihsel zeminini oluşturur. Bu çöküş döneminde aydınların nasıl konumlandığı, kimin neyi temsil ettiği ve toplumsal çözülüş karşısında bireyin ne yaptığı temel izlekler olarak işlenir.
Kemal Tahir, bu romanında tarihsel verilerle bireysel psikolojiyi harmanlayarak Türkiye’nin geçirdiği dönüşüm süreçlerini sorgular. Aydınların içsel çatışmaları, Batı’dan ödünç alınan değerlerin sorgulanması ve halkla kurulamayan ilişkinin sancıları bu eserle birlikte somut biçimde edebi zemine taşınır.
Giriş (Tez / Çözümleme Amacı)
Kemal Tahir’in Esir Şehrin Mahpusu adlı romanı, yalnızca işgal altındaki İstanbul’un fiziki görünümünü değil, aynı zamanda aydınların içsel çözülüşünü de gözler önüne serer. Roman, kişisel bir hikâye gibi başlasa da toplumsal çöküşü temsil eden simgesel bir yapıyla örülüdür. Başkarakter Kamil Bey üzerinden anlatılan hikâye, aydın sorumluluğunu, teslimiyet ile direniş arasındaki bocalamayı ve bireyin vicdanıyla hesaplaşmasını merkezine alır.
Bu çözümlemede, Esir Şehrin Mahpusu romanının içeriği yalnızca olaylar üzerinden değil, tematik ve yapısal katmanlarıyla birlikte değerlendirilecektir. Özellikle Kamil Bey’in ruhsal dönüşümü, onun içinde bulunduğu tarihsel ortamla ilişkisi ve romandaki anlatım tekniklerinin bu dönüşümü nasıl görünür kıldığı ayrıntılı biçimde incelenecektir. Aynı zamanda Kemal Tahir’in aydın tipolojisine yönelik yaklaşımı da karakterler ve temalar üzerinden değerlendirilecektir.
Roman, bireyin yaşadığı içsel çalkantılarla toplumsal tarihin buluştuğu bir zeminde ilerler. Bu bağlamda Esir Şehrin Mahpusu, sadece tarihsel bir roman değil; aynı zamanda ideolojik ve felsefi sorgulamalarla yüklü bir iç dünya romanı olarak da ele alınacaktır.
Olay Örgüsü ve Kurgusal Yapı
Esir Şehrin Mahpusu, Kamil Bey’in tutukluluk süreciyle açılır. Romanın ilk sahnesi, karakterin hücrede resim yaparken iç dünyasına dalmasıyla başlar. Ardından gardiyan İbrahim’in gelişiyle birlikte dış dünya romanın merkezine yerleşir. Kamil Bey, hakkında verilen mahkûmiyet kararı nedeniyle yeni bir hapishaneye sevk edilir. Bu süreçte yaşanan küçük ama derin olaylar, onun ruhsal çözülüşünü adım adım gösterir.
Romanın serim bölümünde, Kamil Bey’in hapsedilme nedenleri doğrudan verilmez. Ancak yavaş yavaş ortaya çıkan geçmiş anlatımları, onun siyasi nedenlerle cezalandırıldığını ima eder. İddialar, arkadaş çevresi ve özel yaşamı hakkında yapılan yorumlar, bu belirsizliğe katkı sunar.
Düğüm noktası, Kamil Bey’in kelepçelenerek İstanbul sokaklarında halkın önünden geçirilmesidir. Bu sahne, romanın en yoğun ve sembolik bölümlerinden biridir. Karakter, hem fiziksel hem de zihinsel anlamda çıplaklaştırılır. Geçmişteki kimliği ile şimdiki durumu arasındaki fark, onun yaşadığı derin iç sarsıntıyı artırır.
Romanın çözüm bölümü, Kamil Bey’in Sultanahmet’teki eski arkadaşlarına ulaşmak isteğiyle şekillenir. Ancak beklentileri gerçekleşmez. Mahpushane değişikliği, onu İhsan’dan da ayırır. Bu ayrılık yalnızca fiziksel değil; aynı zamanda ruhsal bir kopuştur. Roman, yeni bir teslimiyet sürecinin eşiğinde sona erer. Net bir kapanış yapılmaz; aksine, sorular ve belirsizlikler artırılır.
Kemal Tahir’in bu romandaki kurgusal tercihi, büyük olaylardan çok küçük anların psikolojik derinliğine yönelir. Kamil Bey’in adım adım çözülen kişiliği, olayların önüne geçer. Bu sayede roman, dış dünyanın değil, iç dünyanın sarsıcı ritmine odaklanır. Okur, karakterin zihinsel salınımlarını izlerken aynı zamanda tarihsel bir bilince doğru yönlendirilir.
Karakterler ve Karakter Gelişimi
Kamil Bey
Romanın başkahramanı Kamil Bey, üst sınıfa mensup, Batı görmüş, entelektüel bir aydındır. Ancak bu kimliği, zamanla sorgulanan ve yer yer çözülmeye başlayan bir yapıdadır. Kamil Bey’in fiziksel tasviri çok ayrıntılı verilmez; daha çok zihinsel dünyası üzerinden tanımlanır. Onun kelepçelenme sahnesinde yaşadığı utanç, kendini toplum önünde küçük düşmüş hissetmesi, karakterin ruhsal kırılganlığını açığa çıkarır. Yedi yıllık cezasının ardındaki “iftira” iddiası, onun mağduriyetini artırsa da roman boyunca asıl çatışma Kamil Bey’in iç dünyasında yaşanır. Vicdan, gurur ve toplum karşısındaki duruş arasında bocalayan bu karakter, bir tür “aydın vicdanı”nın somutlaşmış hâlidir.
İhsan
Kamil Bey’in sınıf arkadaşı olan İhsan, romanda doğrudan çok fazla görünmez. Ancak Kamil Bey’in sıkça ona kavuşma isteği üzerinden İhsan’ın etkisi sezilir. İhsan, idealist bir arkadaş figürü olarak sembolleştirilir. Onun varlığı, Kamil Bey için bir tür teselli ya da yeniden diriliş ümidi taşır. Ancak bu kavuşma gerçekleşmez. Böylece Kamil Bey’in yalnızlığı daha da derinleşir.
Ramiz Efendi
Ramiz Efendi, Kamil Bey’in hücre arkadaşlığını yapmış bir karakterdir. Romanın açılışında Kamil Bey’in ondan “bıraktığı yalnızlık” olarak söz etmesi dikkat çeker. Ramiz Efendi, deneyimli bir mahpus olarak cezaevi ortamına alışmış, hayata karşı daha kabullenici bir çizgide durur. Bu yönüyle Kamil Bey’in içsel hesaplaşmalarına zıt bir pozisyonda yer alır.
Nermin
Kamil Bey’in eşi olan Nermin, doğrudan anlatımda çok yer almaz; ancak başkalarının sözleri ve Kamil Bey’in zihinsel yorumları aracılığıyla anlatıya dahil olur. Kamil Bey’in en çok örselendiği anlardan biri, halkın onun karısıyla ilgili konuşmalarını duymasıdır. Nermin, roman boyunca bir sadakat-yabancılaşma ikilemiyle temsil edilir.
Gardiyan İbrahim
İbrahim Efendi, cezaevinde Kamil Bey’e yardımcı olan gardiyandır. Onun “aman haa” gibi gündelik ifadeleriyle Kamil Bey arasında geçen diyaloglar, sınıfsal ve kültürel farkı gözler önüne serer. Buna rağmen gardiyan, zaman zaman merhametli bir tavır sergileyerek Kamil Bey’in insanlık onuruna sahip çıkmaya çalışır. Karakter, romanın halk kesimini temsilen çizilmiş olumlu bir figürüdür.
Romanın karakter yapısı, tiplerden çok bireylerin içsel karmaşasına yönelir. Kemal Tahir, figürlerini sadece birer düşünce temsili olarak kurmaz. Onları, tarihsel koşulların şekillendirdiği canlı ve çelişkili varlıklar olarak işler. Kamil Bey’in çözülmesi, yalnızca bireysel bir dağılma değil; aynı zamanda temsil ettiği sınıfın ve düşünsel sistemin çöküşüdür.
Tema ve Çatışma Analizi
Esir Şehrin Mahpusu, çok katmanlı temalarıyla dikkat çeken bir romandır. En belirgin tema, aydın kimliğinin çözülüşüdür. Kemal Tahir, Kamil Bey karakteri aracılığıyla özellikle işgal altındaki bir ülkede aydının bireysel sorumluluğunu, korkularını ve kararsızlıklarını sorgular. Kamil Bey’in kendi içindeki tereddütleri, dış dünya tarafından zorlandıkça görünür hâle gelir. Bu durum, bireysel vicdanla tarihsel zorunluluk arasındaki çatışmayı doğurur.
Bir diğer tema ise mahkûmiyetin anlamıdır. Roman boyunca fiziksel mahkûmiyet, zihinsel tutsaklıkla paralel yürür. Kamil Bey sadece kelepçelenmiş bir birey değildir; aynı zamanda geçmişinden, inançlarından ve çevresinden uzaklaşmış bir kişidir. Onun için asıl esaret, düşüncelerinin sorgulanmaya başlamasıdır. Bu içsel bozulma, dış dünyadaki işgalin metaforik bir yansımasıdır.
Romanın önemli çatışma eksenlerinden biri de birey ile toplum arasındaki gerginliktir. Kamil Bey, halkla yüzleştiği anlarda utanç, öfke ve çaresizlik arasında sıkışır. Özellikle İstanbul sokaklarında kelepçeli hâlde yürütülmesi, onu kendi sınıfı ve halk gözünde mahkûm eder. Halkın dedikoduları, onun ailevi mahremiyetini hedef alır. Bu sahneler, bireysel itibarın nasıl toplumsal linçle yok edilebileceğini gösterir.
Diğer bir tematik katman ise ümitsizlik ile direniş arasındaki gerilimdir. Kamil Bey, İhsan’a ulaşma isteğiyle bir tür yeniden ayağa kalkmayı hayal eder. Fakat romanda bu direniş hiçbir zaman somutlaşmaz. Bu da romanın genel tonunu karamsar kılar. Esaretin yalnız fiziksel değil, zihinsel bir kapanış anlamına geldiği mesajı güçlü biçimde vurgulanır.
Tüm bu temalar, işgal altındaki bir ülkenin ruh hâlini yansıtır. Romanda doğrudan cephe yoktur; ancak cephedeki kayıplar, halkın gündelik alışkanlıkları ve düşmanın yaklaşan varlığı sürekli hissedilir. Bu durum, bireysel dramın arka planına tarihsel bir ağırlık katar.
Sonuç olarak Esir Şehrin Mahpusu, çatışmalarla beslenen ve bu çatışmaları okuyucuya bireyin ruhsal kırılganlığı üzerinden hissettiren bir yapıdadır. Kemal Tahir, yalnızca dışsal gerçekliği değil, onun karakterler üzerindeki ruhsal izlerini de derinlikli biçimde aktarır.
Dil, Üslup ve Anlatım Teknikleri
Kemal Tahir’in Esir Şehrin Mahpusu romanında dil, yalnızca anlatı aracı değil; aynı zamanda karakter çözümlemesinin en güçlü yönüdür. Yazar, roman boyunca yalın ama yoğunluklu bir Türkçe kullanır. Cümleler sade gibi görünse de altında ironik ve eleştirel bir ton taşır. Özellikle iç konuşmalar ve betimlemeler bu yönüyle dikkat çeker.
Romanın en belirgin anlatım tekniği, iç monologtur. Kamil Bey’in zihninden geçen düşünceler, dış dünya ile ilişkisinin önüne geçer. Böylece okur, karakterin ruhsal sarsıntılarına doğrudan tanıklık eder. Bu teknik, bireysel çözülüşü hem gerçekçi hem de dramatik biçimde yansıtır.
Bununla birlikte anlatıda bilinç akışı izleri de yer yer hissedilir. Özellikle Kamil Bey’in halkla karşılaştığı sahnelerde, zihinsel karmaşa cümlelere yansır. Zaman zaman kısa iç cümlelerle aktarılan bu anlatı, karakterin duygusal dalgalanmalarını görünür kılar.
Kemal Tahir, romanda betimlemeyi sık ve etkili biçimde kullanır. Hapishane koğuşları, İstanbul’un dar sokakları, Beyazıt Meydanı gibi mekânlar, sadece fiziksel özellikleriyle değil, taşıdıkları duygusal anlamlarla da aktarılır. Özellikle kelepçelenme sahnesindeki betimlemeler, karakterin iç dünyasını yansıtan dışsal göstergeler hâline gelir.
Romandaki dil aynı zamanda simgesel bir işlev de görür. Örneğin kelepçe yalnızca bir araç değil; bireyin onurunun zedelenmesini, toplum içindeki konumunun sarsılmasını temsil eder. Marseyyez marşının ezgisi ile gardiyanın “aman haa” uyarısı yan yana getirilir. Bu tür karşıtlıklar, romanın ironik yönünü güçlendirir.
Yazar, üslubunu çoğu zaman eleştirel ve gözlemci bir mesafede kurar. Ancak karakterin iç sesine geçildiğinde, bu mesafe daralır. Böylece anlatı hem dışsal olayları tarafsız bir gözle sunar hem de karakterin iç çatışmalarına empatik biçimde yaklaşır.
Sonuç olarak Esir Şehrin Mahpusu’nda dil, anlatının estetik boyutunu aşar. Psikolojik çözümleme, tarihsel bağlam ve ideolojik sorgulama gibi katmanlar, anlatım teknikleri sayesinde derinleşir. Kemal Tahir’in dili; işlevsel, bilinçli ve çok katmanlıdır.
Mekân ve Zaman
Kemal Tahir’in Esir Şehrin Mahpusu romanında mekânlar yalnızca olayların geçtiği fiziki yerler değildir; aynı zamanda karakterin psikolojik durumunu yansıtan sembolik alanlardır. Romanın büyük bölümü hapishane içinde geçer. Bu sınırlı mekân, Kamil Bey’in içsel yalnızlığını ve çaresizliğini somutlaştırır.
Hapishane, özgürlüğün karşıtı olarak değil; aynı zamanda toplumun aynası olarak sunulur. Kamil Bey, koğuşlarda ve sevk esnasında karşılaştığı insanlar aracılığıyla sınıf farklılıklarını, değer çatışmalarını ve toplumun genel psikolojisini gözlemler. Özellikle gardiyan İbrahim ile kurduğu iletişim, halkın dünyasına açılan bir pencere gibidir. Bu anlamda hapishane, sadece bir cezalandırma alanı değil, sınıflar arası farkın da açıkça hissedildiği bir mekândır.
Romanın önemli sahnelerinden biri de İstanbul sokaklarında geçer. Kamil Bey’in kelepçeli biçimde halkın arasından geçirilmesi, yalnızca fiziksel bir dolaşım değil; karakterin toplumla doğrudan yüzleşmesidir. Beyazıt Meydanı, Kalpakçılarbaşı, Çemberlitaş gibi yerler, hem tarihsel anlam taşır hem de romanın simgesel yapısını destekler. Bu sahnelerde İstanbul, bir yandan geçmişin ihtişamını taşır, diğer yandan işgalin ağır yükünü hissettirir.
Zaman bakımından roman, kronolojik bir akışa sahiptir. Ancak bu akış, sık sık içsel geri dönüşlerle bölünür. Kamil Bey’in anıları, pişmanlıkları ve beklentileri, anlatının zaman örgüsünü esnek bir yapıya kavuşturur. Bu durum, karakterin geçmişle hesaplaşmasını ve gelecekle kurduğu belirsiz bağı daha görünür kılar.
Romanın geçtiği tarihsel dönem, 1920’lerin başıdır. İstanbul, Mondros Mütarekesi sonrası fiilen işgal altındadır. Bu tarihsel bağlam, mekân ve zaman algısını daha da baskıcı hâle getirir. Çünkü şehir artık tanınmaz durumdadır; hem fiziksel hem de ahlaki olarak işgal edilmiştir. Zaman ilerlese de umut değil, kararsızlık ve endişe artmaktadır.
Sonuç olarak Esir Şehrin Mahpusunda mekân ve zaman, karakterin ruhsal dalgalanmalarıyla birlikte akar. Hapishane, İstanbul sokakları, tarihi meydanlar ve sararmış saatler, bireyin içsel mahpusluğunu görünür kılar. Bu yönüyle roman, yalnızca bir tarih anlatısı değil; aynı zamanda atmosferiyle okuru içine çeken bir edebi dünyadır.
Anlam ve Yorum / Zihniyet Bağlamı
Esir Şehrin Mahpusu, yalnızca bir bireyin tutukluluğunu değil, işgal altındaki bir toplumun zihinsel mahpusluğunu da betimler. Kemal Tahir’in bu romandaki yaklaşımı, bireysel çözülüş ile tarihsel çöküşü aynı düzlemde ele alır. Kamil Bey’in yaşadığı iç bunalım, yalnızca onun kişisel geçmişine değil; aynı zamanda bir sınıfın, bir zihniyetin ve bir dönemin çözülüşüne işaret eder.
Romanın en güçlü anlam katmanlarından biri, aydın eleştirisidir. Kemal Tahir, Batı’ya öykünen ama halktan kopuk bir aydın tipini sorgular. Kamil Bey, Paris görmüş, yabancı diller bilen, kültürlü bir kişidir. Ancak bu donanımı, toplumsal değişime katkı sunamaz. Onun kültürü, bir tür estetik sığınak hâline gelir. Özellikle halkla karşılaştığı sahnelerde yaşadığı utanç, bu yabancılaşmanın en çarpıcı örneklerinden biridir.
Roman aynı zamanda, milli mücadele ruhunun İstanbul’daki karşılığını da sorgular. Cephede savaş sürerken, işgal altındaki şehirde hayat devam etmektedir. Kamil Bey’in gözünden bakıldığında, halkın bayram hazırlıkları, toplumsal duyarsızlıkla eşdeğer görülür. Bu durum, bireyin iç çatışmasını daha da artırır. Bir yanda halktan kopmuş aydınlar; diğer yanda mücadele ruhunu hissedemeyen kalabalıklar vardır.
Kemal Tahir’in zihniyeti, tarihsel süreci yalnızca bir geçmiş anlatısı olarak değil, bugünü anlamlandırmak için bir araç olarak kullanır. Aydın ile halk arasındaki kopukluk, sadece 1920’li yılların meselesi değildir. Roman, bu mesafeyi eleştirerek, yerli düşüncenin ve köklü bir toplumsal dönüşümün gerekliliğini ima eder. Bu yönüyle Esir Şehrin Mahpusu, bir romandan çok bir düşünce metni gibi de okunabilir.
Ayrıca romandaki simgesel yapılar, zihniyet aktarımını destekler. Kelepçe, sadece fiziksel bir bağ değil; düşünsel tutsaklığın da simgesidir. Gardiyanın “aman haa” gibi ifadeleriyle Marseyyez marşının aynı sayfada yer alması, Doğu ile Batı arasında sıkışmış bir ülkenin kültürel gerilimini gözler önüne serer.
Sonuç olarak Esir Şehrin Mahpusu, bir aydının hikâyesi olmanın çok ötesinde, bir dönemin toplumsal ve zihinsel panoramasını sunar. Kemal Tahir, tarihsel arka planı kullanarak, Türkiye’nin modernleşme sancılarını, sınıf ayrımlarını ve kültürel yönelimlerini derinlemesine tartışır. Bu yönüyle roman, edebi değerinin yanında düşünsel bir manifesto niteliği de taşır.
Değerlendirme ve Sonuç
Esir Şehrin Mahpusu, Kemal Tahir’in roman anlayışını olgunlaştırdığı eserlerden biridir. Tarihsel gerçeklikle bireysel psikolojiyi bir araya getirerek, hem düşünsel hem edebi düzeyde güçlü bir yapıt ortaya koymuştur. Roman, büyük olaylara değil; küçük anların zihinsel ve duygusal yansımalarına odaklanır. Bu tercih, Kamil Bey’in yaşadığı içsel dönüşümü okura daha derinden hissettirir.
Eserin en güçlü yönlerinden biri, karakter derinliğidir. Kamil Bey, basit bir roman kahramanı değil; bir dönemin entelektüel profili olarak kurgulanmıştır. Onun çelişkileri, yalnızlıkları ve pişmanlıkları, dönemin siyasal-toplumsal karmaşasına bireysel bir ayna tutar. Bu durum romanı sadece bir tarihsel kurgu olmaktan çıkarır; onu evrensel insanlık hâlleriyle bağ kuran bir anlatıya dönüştürür.
Kemal Tahir’in dili de romanın etkileyiciliğini artırır. Ne klasik Türkçeye tamamen yaslanır ne de gündelik dile indirger. Arada bir yerde, okurun zihinsel katılımını teşvik eden bir anlatım kurar. İç monologlar, bilinç akışı ve yoğun betimlemeler, karakterlerin ruhsal durumunu ve mekânsal atmosferi başarıyla yansıtır.
Romanın zayıf yönü ise bazı bölümlerde anlatımın fazlaca didaktikleşmesi olabilir. Özellikle aydın-halk ayrımı üzerine yapılan iç konuşmalar, zaman zaman düşünsel yüklemeyle dolup taşar. Ancak bu durum, romanın tarihsel ve ideolojik yönünü gözettiğimizde doğal bir tercih olarak da okunabilir.
Esir Şehrin Mahpusu, özellikle Türk edebiyatında tarihî roman türüne ilgi duyanlar için kaçırılmaması gereken bir eserdir. Bunun yanında, aydın kimliğini, toplumsal sorumluluğu ve bireysel vicdanı sorgulayan okurlar için de güçlü bir düşünsel zemine sahiptir.
Sonuç olarak, Kemal Tahir bu romanıyla hem dönemin ruhunu yakalamış hem de modern Türk romanında kendine özgü bir alan açmıştır. Esir Şehrin Mahpusu, yalnızca bir mahpusun değil, bir toplumun zihinsel tutsaklığının anlatısıdır. Okuru, hem bireyin içine hem de tarihin dışına yönlendiren çok katmanlı bir metindir.




