
Arafat’ta Bir Çocuk Hikâyesi: Zülfü Livaneli’de Yabancılaşma, Direniş ve Kimlik Çatışması
Giriş
Zülfü Livaneli’nin 1978 yılında yayımlanan Arafat’ta Bir Çocuk adlı hikâyesi, göçmenlik, yabancılaşma ve kültürel kimlik çatışması gibi evrensel temaları, sade ama çarpıcı bir anlatımla işler. Yazarın ilk öykü kitabına da adını veren bu metin, özellikle Avrupa’ya göç eden Türk ailelerin çocukları üzerinden kimlik bunalımı, toplumsal dışlanma ve direnç gibi meseleleri gündeme getirir. Hikâye, yeni bir coğrafyada kendi benliğini korumaya çalışan bir çocuğun yaşadıklarını merkezine alırken, göç olgusunu yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik bir travma olarak da ele alır.
İçindekiler (Hızlı Erişim)
- Giriş
- Tema ve Çatışma
- Yabancılaşma ve Ötekileştirme
- Kimlik Arayışı ve Kültürel Gerilim
- Psikolojik Baskı ve Direniş
- Toplumsal Eleştiri
- Olay Örgüsü (Serim – Düğüm – Çözüm)
- Serim
- Düğüm
- Çözüm
- Anlatıcı ve Bakış Açısı
- Karakter Analizi ve İç Çözümleme
- Yılmaz
- Şişman Çocuk
- Öğretmen ve Okul Yönetimi
- Peter
- Mekân ve Zaman
- Fiziksel Mekânlar
- Zaman ve Dönemsel Arka Plan
- Atmosfer ve Ruh Hâli
- Anlatım Teknikleri ve Dil – Üslup
- Geriye Dönüş ve Anımsama
- Sembolizm
- Diyaloglar ve Sessizlik
- İç Monolog ve Bilinç Akışı
- Üslup ve Dil Özellikleri
- Sonuç
Zülfü Livaneli, sanatın farklı alanlarında üretim yapan çok yönlü bir isim olarak tanınsa da, edebiyatta özellikle bireyin iç dünyasına eğilen metinleriyle dikkat çeker. Arafat’ta Bir Çocuk, bu yönüyle yazarın toplumsal duyarlılığını ve insan odaklı bakışını gösterir. Hikâye, yalnızca bireysel bir mağduriyet anlatısı değildir; aynı zamanda bir sistem eleştirisidir. Eğitim kurumları, aile yapısı ve sosyal çevre gibi yapılar, hikâyede hem baskılayıcı hem de biçimlendirici rolleriyle yer alır.
Bu yazıda Arafat’ta Bir Çocuk adlı hikâye, özellikle yabancılaşma teması, anlatım tekniği ve karakter çözümlemeleri üzerinden değerlendirilecektir. Küçük bir çocuğun gözünden büyük bir travmanın anlatıldığı bu metin, aynı zamanda göçmenliğin görünmeyen yaralarını da gözler önüne serer. Livaneli’nin yalın ama derinlikli anlatımı, hikâyeyi hem bireysel hem toplumsal düzlemde anlamlı kılar.
Tema ve Çatışma
Arafat’ta Bir Çocuk hikâyesinde öne çıkan başlıca temalar arasında yabancılaşma, ötekileştirme, kimlik arayışı, çocukluk travması ve direniş yer alır. Bu temalar, küçük yaşta başka bir ülkeye göç eden Yılmaz’ın çevresiyle kuramadığı ilişki ve içine düştüğü psikolojik açmazlar üzerinden örülür. Hikâye boyunca karakterin içine kapanması, şiddete eğilimi ve inançlarına bağlılığı, onun bir aidiyet krizine sürüklendiğini açıkça gösterir.
Yabancılaşma ve Ötekileştirme
Yılmaz’ın gittiği okul, onun için yeni hayatın başladığı mekândır; ancak burası aynı zamanda dışlanma ve aşağılanma ortamına dönüşür. Yılmaz, dili bilmediği için sınıf arkadaşları tarafından kolay hedef hâline gelir. Ona yöneltilen “domuzcuk”, “gâvur” gibi sıfatlar, ötekileştirmenin ne denli sert ve doğrudan olduğunu gösterir. Fiziksel olarak da diğer çocuklardan farklı görülen Yılmaz, karanlık saçları, çekingenliği ve sürekli taktığı boyacı şapkasıyla kalabalık arasında hemen ayırt edilir.
Kimlik Arayışı ve Kültürel Gerilim
Yılmaz’ın dini inancı ve kültürel değerleriyle yeni çevresinin yaşam tarzı arasında oluşan farklar, kimlik çatışmasını tetikler. Yemekhanede sunulan etin domuz eti olabileceği korkusu, onun dini hassasiyetini ve geleneklerine bağlılığını ortaya koyar. Aynı zamanda bu sahne, çocuğun içinde bulunduğu kültürel uyumsuzluğun da simgesidir. Yılmaz, ne yeni ortama ait hisseder ne de eski hayatına dönebilir. Arada kalmışlık duygusu, hikâyenin duygusal yükünü taşır.
Psikolojik Baskı ve Direniş
Yılmaz, içine kapanık bir çocuk olmasına rağmen, pasif bir karakter değildir. Sessizliği, zamanla tepkiselliğe dönüşür. Şişman çocuğun köpeğine yaptığı saldırı ve onu tüylerinden arındırarak aşağılaması, sembolik bir “karşı şiddet” biçiminde okunabilir. Bu sahne, Yılmaz’ın maruz kaldığı ayrımcılığı içselleştirmediğini, aksine buna karşı bir direnç geliştirdiğini gösterir. Ancak bu direniş de yine toplum tarafından anlaşılamaz. Okul idaresi tarafından sorguya çekilmesi, haksız yere suçlanması ve polis tehdidi altında bırakılması, çocuğun üzerindeki baskının daha da artmasına neden olur.
Toplumsal Eleştiri
Hikâyedeki çatışmalar yalnızca bireysel boyutta kalmaz; aynı zamanda toplumun farklı kesimlerine dair eleştiriler içerir. Öğretmenlerin ikiyüzlü tavırları, okul yönetiminin önyargılı tutumu ve sınıf arkadaşlarının kolektif zorbalığı, kurumsal ve toplumsal seviyede süregelen ayrımcılığı gözler önüne serer. Livaneli burada yalnızca bir çocuğun yaşadıklarını değil; aynı zamanda göçmenlik olgusunun çok katmanlı yapısını da irdeler.
Sonuç olarak Arafat’ta Bir Çocuk, tematik açıdan derin ve çok katmanlı bir hikâyedir. Yılmaz’ın bireysel öyküsü, evrensel bir mağduriyet ve direniş anlatısına dönüşürken; Livaneli, sade diliyle büyük bir sosyal eleştiriyi başarıyla ortaya koyar.
Olay Örgüsü (Serim – Düğüm – Çözüm)
Zülfü Livaneli’nin Arafat’ta Bir Çocuk adlı hikâyesi, klasik üçlü yapıya sahip bir olay örgüsüyle ilerler: serim, düğüm ve çözüm. Ancak bu yapının içine yerleştirilen olaylar, yalnızca anlatının akışını değil; aynı zamanda karakterin iç dünyasındaki dönüşümü de destekler. Yılmaz’ın dış dünyaya tepkisi ve iç dünyasındaki gerilim, her aşamada biraz daha derinleşir.
Serim
Hikâye, Yılmaz’ın göç ettikleri ülkedeki yeni okuluna başlamasıyla açılır. Kültürel ve dilsel farklılıklar nedeniyle çevresiyle sağlıklı bir iletişim kuramaz. Giydiği renkli boyacı şapkası, onun hem dış görünüşte hem de zihinsel dünyasında farklı bir yerde durduğunu simgeler. Öğrenciler ve öğretmenlerle arasına görünmeyen bir mesafe koyar. Bu dönemde sessizliğiyle dikkat çeker; sorulara yanıt vermez, içe kapanıktır.
Yılmaz’ın yabancılığı, yalnızca dil bilmeme ya da utangaçlıkla açıklanamaz. O, henüz yaşına rağmen bir “ayrılık bilinci” geliştirmiştir. Hem babasıyla yaşadığı çatışmalar hem de okulda uğradığı dışlama, onun içsel yalnızlığını artırır. Bu süreçte onu rahatlatan tek şey, Türkiye’de kalan ninesinin anılarına sığınmaktır.
Düğüm
Hikâyenin düğüm bölümü, Yılmaz’ın okulda alaylara maruz kalması ve zorbalıkla karşı karşıya kalmasıyla başlar. Domuz eti yediğine inandırılması, bu süreçte yaşadığı en ağır travmalardan biridir. Dini inancı ve ailesinden getirdiği kültürel değerler, sınıf arkadaşları tarafından acımasızca hedef alınır. Yılmaz, bu duruma ne dilsel ne de fiziksel olarak tepki veremez. Yaşadığı travma onu sessiz bir öfkeye iter.
Bu dönemde öne çıkan karakterlerden biri “şişman çocuk”tur. Yılmaz’a fiziksel ve psikolojik şiddet uygulayan bu çocuk, öykünün antagonistidir. Yılmaz, yaşadığı çaresizliğe bir çıkış yolu arar. Şişman çocuğun çok sevdiği köpeğini kaçırarak onu ormana götürür ve tüylerini keserek intikam alır. Bu eylem, hem Yılmaz’ın pasifliğini kırar hem de onun bastırdığı duyguların şiddetli bir patlamasına dönüşür.
Yılmaz daha sonra okulda kaybolan anahtarın sorumlusu olarak suçlanır. Bu olayın yanlış anlaşılmalarla büyümesi, öğretmenlerin ve idarecilerin önyargılı yaklaşımıyla birleşir. Yılmaz bu süreçte tamamen yalnız bırakılır ve sorgulanır. Bu bölüm, hikâyede karakterin en kırılgan hâlini temsil eder.
Çözüm
Olaylar, anahtarın başka bir öğrenci tarafından düşürüldüğünün anlaşılmasıyla çözülmeye başlar. Yılmaz’ın suçsuzluğu ortaya çıkar. Müdür, öğrencilerin katıldığı bir törenle durumu telafi etmeye çalışır. Pasta kesme sahnesi, hem sembolik hem de dramatik anlam taşır. Yılmaz, uzun süredir başından çıkarmadığı şapkasını bu törende çıkarır. Bu davranış, onun çevresiyle yeniden bağ kurmaya hazır olduğunun göstergesidir.
Öykü, Peter adındaki bir arkadaşının onu evine davet etmesiyle umut verici bir noktaya ulaşır. Ancak Peter’ın annesinin “Yabancılarla oynamanı istemiyorum” diyerek onu evden uzaklaştırması, tüm bu barışçıl havayı bir anda bozar. Yılmaz, yeniden ötekileştirildiğini fark eder. Son sahnede şapkasını hınçla başına geçirerek evine döner. Bu final, görünürde bir çözüm sunmuş gibi görünse de, özünde derin bir kırılmayı ve yeniden yalnızlaşmayı ifade eder.
Anlatıcı ve Bakış Açısı
Arafat’ta Bir Çocuk hikâyesi, üçüncü tekil şahıs anlatıcı tarafından aktarılır. Bu anlatıcı, olaylara dışarıdan bakıyor gibi görünse de, özellikle Yılmaz’ın iç dünyasına odaklandığı anlarda bilinç akışı tekniğine yaklaşan bir anlatım benimser. Dolayısıyla anlatıcı, klasik anlamda tümüyle dış gözlem yapan bir pozisyonda değildir; zaman zaman Yılmaz’ın zihnine girer, onun korkularını, hayallerini ve travmalarını okura doğrudan yansıtır.
Bu tercihle birlikte anlatıcı, hem gözlemci hem de karakterin iç dünyasını yansıtan bir aracı hâline gelir. Okur, olayların yalnızca dış yüzünü değil, aynı zamanda Yılmaz’ın yaşadığı psikolojik sarsıntıyı da anlama imkânı bulur. Özellikle domuz etiyle ilgili sahnede anlatıcının Yılmaz’ın iç sesini doğrudan aktarması, karakterin çatışmalarına empatiyle yaklaşılmasını sağlar.
Hikâyede güvenilirlik sorunu yaratacak bir anlatım tekniği kullanılmaz. Anlatıcı, olayları çarpıtmadan, karakterlerin davranışlarını nesnel biçimde aktarır. Bu sayede okur, hem Yılmaz’ın yaşadığı haksızlıklara tanıklık eder hem de toplumun dışlayıcı yönlerini sorgular.
Bakış açısının üçüncü kişi oluşu, hikâyeye geniş bir perspektif kazandırır. Okur yalnızca Yılmaz’ın değil; öğretmenin, müdürün, diğer öğrencilerin ve hatta şişman çocuğun da davranışlarını gözlemleme şansı bulur. Bu çok yönlü anlatım, metnin tek boyutlu bir mağduriyet hikâyesine dönüşmesini engeller. Aksine, toplumsal bir eleştiri katmanına ulaşmasına olanak tanır.
Sonuç olarak, anlatıcı ve bakış açısı tercihi, Arafat’ta Bir Çocuk’un etkileyici anlatım gücünün temel yapı taşlarından biridir. Üçüncü kişi anlatıcı ile karakterin iç sesi arasında kurulan geçişli yapı, hikâyeye hem derinlik hem de duygusal yoğunluk kazandırır.
Karakter Analizi ve İç Çözümleme
Zülfü Livaneli’nin Arafat’ta Bir Çocuk adlı hikâyesi, psikolojik derinliği yüksek ve çok katmanlı karakterlerle örülüdür. Özellikle ana karakter Yılmaz üzerinden göç, kimlik, öfke ve yalnızlık gibi duyguların içsel çözümlemesi yapılırken; yan karakterler ise sistemin, toplumun ve çocuk dünyasının çeşitli yüzlerini temsil eder. Karakterler çoğu zaman stereotipleştirilmiş gibi görünse de, anlatının ilerleyen bölümlerinde bu kalıplar kırılır ve daha insani boyutlara taşınırlar.
Yılmaz
Hikâyenin merkezindeki karakter olan Yılmaz, göçmen bir ailenin çocuğudur. Yeni geldiği ülkede dil bilmemesi, fiziksel görünüşü ve kültürel değerleri sebebiyle dışlanır. Çevresiyle iletişim kuramadıkça daha çok içine kapanır. Ancak bu sessizlik, edilgen bir boyun eğme değil; bilinçli bir içe dönüş ve direnme biçimidir.
Yılmaz’ın sürekli taktığı renkli boyacı şapkası, onun için bir kimlik ve savunma aracıdır. Bu şapka, kendisini görünür kıldığı kadar, gizlenmenin de bir simgesidir. Hikâyenin sonunda bu şapkayı kendi rızasıyla çıkarması ise geçici bir barışın sembolik karşılığıdır.
İç dünyasında ise büyük bir çatışma ve kırılganlık taşır. Özellikle domuz eti korkusu, onun inancına bağlılığını ve bu inancın tehdit altında olduğunu düşündüğü anda yaşadığı içsel paniği gösterir. Aynı şekilde, sevgi ve şefkat arayışının ifadesi olan ninesine duyduğu özlem, onun duygu dünyasının sıcak ve korunmak isteyen yönünü ortaya çıkarır.
Ancak Yılmaz aynı zamanda içsel olarak şiddete meyledebilecek kadar bastırılmış bir öfkeye de sahiptir. Şişman çocuğun köpeğine uyguladığı fiziksel şiddet, bu bastırılmışlığın bir sonucu olarak okunabilir. Burada masum bir çocuğun yavaş yavaş içsel olarak karardığına tanık oluruz. Bu durum, toplumun ötekileştirdiği bireylerin zamanla nasıl dönüştüğünü gösterir.
Şişman Çocuk
Şişman çocuk, hikâyedeki en net “zorba” figürüdür. Fiziksel görünümüyle dikkat çeker; gücünü hem bedeninden hem de sosyal çevresindeki konumundan alır. Okuldaki diğer öğrencileri yönlendirir, Yılmaz’a karşı kolektif bir düşmanlık yaratır.
Ancak onun da zayıf noktası vardır: köpeği. Köpeğine karşı beslediği sevgi, şişman çocuğun da bir “çocuk” olduğunu hatırlatır. Bu sevgi, onu geçici olarak insani kılar. Köpeğin tüylerinin kesilmesiyle yaşadığı travma, onun kırılganlığını ortaya çıkarır. Yılmaz’a karşı kurduğu güç dengesi, bu olayla birlikte yıkılır.
Öğretmen ve Okul Yönetimi
Öğretmen karakteri, hem iyi niyetli hem de sistemin sınırları içinde hareket eden biri olarak çizilir. Yılmaz’ı anlamaya çalışan tek figür odur. Ancak o da çoğu zaman çocuğun derinlikli sorunlarını çözemez; yalnızca yüzeysel bir uyum sağlama çabasındadır. Özellikle yemek sahnesinde köftenin domuz eti olmadığını anlatmak için çizim yapması, empati kurma çabasının küçük ama önemli bir örneğidir.
Buna karşılık okul yönetimi ve müdür, bürokratik reflekslerle hareket eder. Anahtar olayında Yılmaz’ı hemen suçlamaları, önyargıların ne denli yerleşik olduğunu gösterir.
Peter
Peter, Yılmaz’ın kurduğu ilk olumlu temaslardan biridir. Sessiz ve dışlayıcı olmayan tavrıyla dikkat çeker. Anahtar olayında onun lehine konuşması, Yılmaz’ın yeniden görünür ve güvenilir olmasını sağlar. Ancak Peter’ın annesi aracılığıyla temsil edilen dış dünya, bu dostluğu kabul etmez. Yılmaz, toplum tarafından hâlâ “yabancı”dır.
Mekân ve Zaman
Arafat’ta Bir Çocuk adlı hikâye, fiziksel olarak net biçimde isimlendirilmemiş bir Avrupa ülkesinde geçer. Ancak okul düzeni, yemekhanedeki menü, sınıf yapısı ve çocukların davranış biçimlerinden yola çıkarak büyük olasılıkla Almanya ya da İsveç gibi Batı Avrupa ülkelerinden biri olduğu anlaşılır. Bu belirsizlik, göçmenlerin genellenmiş yaşam alanlarını simgelemesi bakımından bilinçli bir tercihtir. Çünkü yazar, hikâyeyi yalnızca belli bir ülkeye değil, evrensel bir göçmenlik deneyimine yerleştirmek ister.
Fiziksel Mekânlar
Öyküde geçen temel mekânlar arasında okul, ev, yemekhane ve orman yer alır. Her biri, Yılmaz’ın iç dünyasındaki gerilimlere karşılık gelen bir ruh hâlini temsil eder.
- Okul, dışlanmanın, ötekileştirmenin ve yalnızlığın mekânıdır. Yılmaz için güvenli olmaktan çok uzaktır. Sınıf arkadaşlarının aşağılamaları ve öğretmenlerin yetersiz müdahaleleri, bu mekânı bastırıcı bir yapıya dönüştürür.
- Ev, hikâyenin başında nispeten güvenli bir alan gibi görünse de, babasının ilgisizliği ve otoriter tavırlarıyla zamanla çocuğun kendini ifade edemediği bir yere dönüşür. Yılmaz, evde de içine kapanıktır; okulda yaşadıklarını paylaşmaz.
- Orman, Yılmaz’ın öfkesini dışa vurduğu sembolik bir mekândır. Şişman çocuğun köpeğini götürdüğü yer burasıdır. Bu alan, medeniyetten uzak olduğu kadar, Yılmaz’ın içsel karmaşasının da boşaldığı bir yerdir. Sessizlik ve yalnızlıkla çevrili olan orman, onun kendini güçlü hissettiği ender alanlardan biridir.
Zaman ve Dönemsel Arka Plan
Hikâyenin geçtiği dönem tam olarak belirtilmese de 1970’li yılların sonları olduğu düşünülür. Bu, Türkiye’den Avrupa’ya iş gücü göçünün yoğunlaştığı bir dönemdir. Yılmaz’ın babasının “dil bilmediği için etin ne olduğunu anlayamaması” gibi detaylar, dönemin göçmen koşullarını da gözler önüne serer. Bu yönüyle metin, bireysel bir çocuğun hikâyesinin ötesine geçer; o çocuğun ailesinin, toplumunun ve tarihsel bağlamının izlerini de taşır.
Zamanın ilerleyişi hikâyede çizgisel olsa da, sık sık anımsama ve geriye dönüş teknikleri kullanılır. Yılmaz’ın ninesine duyduğu özlem, köy yaşamını hatırlaması, eski inanç ve geleneklerle bağ kurmaya çalışması, zamanın yalnızca kronolojik değil, duygusal bir derinliğe de sahip olduğunu gösterir.
Atmosfer ve Ruh Hâli
Mekânların anlatımı çoğu zaman Yılmaz’ın ruh hâliyle paralel ilerler. Örneğin okulun iç mekânı soğuk, dışlayıcı ve tehdit edici bir atmosfer taşır. Evdeki ışık ve televizyon detayları, ilgisizlik ve iletişimsizlikle bütünleşir. Ormandaki karanlık ise hem korkunun hem de intikamın sahnesidir.
Sonuç olarak Arafat’ta Bir Çocuk’ta mekân ve zaman, yalnızca olayların geçtiği fiziki çerçeve değil; aynı zamanda karakterin ruhsal çözülmesini destekleyen anlamlı unsurlar olarak kullanılmıştır.
Anlatım Teknikleri ve Dil – Üslup
Arafat’ta Bir Çocuk, anlatım biçimiyle yalnızca olay örgüsüyle değil; aynı zamanda edebî tekniklerle de okurunu etkileyen bir metindir. Zülfü Livaneli, yalın ama yoğun anlamlar barındıran bir dil kullanarak çocukluk travmasını, ayrımcılığı ve yabancılaşmayı daha çarpıcı kılar. Anlatım, çoğu zaman bir çocuğun iç dünyasına ve algı düzeyine uygun biçimde şekillenir; böylece okur da bu sınırlı ve duygusal bakış açısına kolaylıkla ortak olur.
Geriye Dönüş ve Anımsama
Hikâyede geriye dönüşler oldukça etkilidir. Yılmaz’ın köy yaşamına, nenesiyle olan ilişkisine, çocukluk ritüellerine dair anıları, yeni çevresindeki zorluklarla tezat oluşturur. Bu geriye dönüşler, karakterin köklerine tutunma çabasını yansıttığı gibi, yaşadığı kültürel kırılmanın da boyutlarını ortaya koyar.
Örneğin, nenesinin “kınalı kuzum” diyerek başını okşadığı sahneleri anımsaması, okulda aşağılandığı anlarda bir tür sığınak işlevi görür. Bu hatırlamalar sadece geçmişe duyulan özlem değil, aynı zamanda kimlik bütünlüğünü koruma çabasıdır.
Sembolizm
Livaneli, sembolleri oldukça işlevsel biçimde kullanır. Özellikle boyacı şapkası, Yılmaz’ın bireyselliğinin, farklılığının ve direnişinin sembolü hâline gelir. Şapkayı çıkardığı an ise topluma “katıldığı”, geçici bir uyum gösterdiği andır. Ancak hikâyenin sonunda şapkayı yeniden hınçla takması, uyumun yüzeysel ve sahte olduğunu gösterir.
Benzer şekilde, domuz eti korkusu, yalnızca dini bir hassasiyet değil; aynı zamanda kimliğin tehdit altında olduğuna dair sembolik bir kaygıdır. Yılmaz, inançlarının geçersiz sayıldığı bir ortamda kendini kirletilmiş hisseder; bu durum onun bedenine ve benliğine yönelik bir tehdit olarak algılanır.
Diyaloglar ve Sessizlik
Diyaloglar, genellikle kısa, baskıcı ve yönlendirici niteliktedir. Özellikle öğretmenlerin, okul yöneticilerinin ve diğer çocukların konuşmaları emir kipindedir. Buna karşılık Yılmaz çoğu zaman sessizdir. Bu sessizlik, pasif bir tepkisizlikten çok, anlatımın duygusal gerilimini artıran bilinçli bir tercihtir. Okur, bu sessizliğin ardındaki çığlığı hissetmeye yönlendirilir.
İç Monolog ve Bilinç Akışı
Hikâyede Yılmaz’ın iç sesi sıkça duyulur. Özellikle yemekhanede yaşanan travmatik sahnede, onun iç monoloğu bilinç akışına yaklaşır. Etin ne eti olduğu, domuz eti olup olmadığı, babasının tepkisi, kurtların içini saracağı korkusu… Tüm bu düşünceler hızlı, kesintili ve dağınık şekilde aktarılır. Bu teknik, karakterin zihinsel çöküşünü oldukça etkili biçimde yansıtır.
Üslup ve Dil Özellikleri
Livaneli, anlatım dili açısından sade, yer yer çocuksu, yer yer alaycı bir ton kullanır. Cümleler kısa ve etken yapıdadır. Bu üslup, hikâyenin dramatik yoğunluğunu daha da artırır. Özellikle “oh olsun” gibi yinelemeler, çocuğun içinden geçen öfke ve intikam duygusunu hem ritmik hem de anlam yönünden güçlendirir.
Ayrıca anlatıda kullanılan betimlemeler, fiziksel mekânların ruh hâlini yansıtacak biçimde seçilir. Okul, loş, tehditkâr ve baskılayıcı bir mekân olarak çizilirken; orman, öfkenin açığa çıktığı bir “sığınak” olarak resmedilir.
Sonuç
Arafat’ta Bir Çocuk, göçmen bir çocuğun yaşadığı kültürel kırılmaları, ayrımcılığı ve kimlik çatışmalarını yalın ama derinlikli bir anlatımla ele alan çarpıcı bir hikâyedir. Zülfü Livaneli, bu metin aracılığıyla bireysel bir hikâyeyi evrensel bir meseleye dönüştürür. Yılmaz karakteri, yalnızca bir çocuk değil; göçmenliğin, ötekileştirmenin ve sistematik dışlanmanın sembolüdür.
Hikâyede yer alan tema ve çatışmalar, günümüzde de geçerliliğini koruyan sosyal sorunlara işaret eder. Yılmaz’ın yaşadığı yabancılaşma, hâlâ birçok göçmen çocuğun günlük deneyimidir. Yazar, bu gerçekliği edebiyatın evrensel diliyle aktararak, okuyucuyu hem düşündürür hem de duygusal olarak etkiler.
Karakter çözümlemeleri, olay örgüsü ve anlatım teknikleri bir araya geldiğinde ortaya güçlü bir anlatı çıkar. Hikâyenin sonundaki “pasta kesme” sahnesiyle umut verici bir barış mesajı verilmiş gibi görünse de, Peter’in annesi aracılığıyla gelen son darbe bu barışın yüzeysel olduğunu açığa çıkarır. Bu da metni gerçekçi ve eleştirel bir çizgide tutar.
Arafat’ta Bir Çocuk, hem genç okurlara hem de yetişkinlere hitap edebilecek niteliktedir. Öğrenciler, öğretmenler, veliler ve özellikle eğitim politikaları üzerine düşünen herkes için düşündürücü bir anlatıdır. Edebiyat aracılığıyla empati kurma becerimizi geliştiren bu hikâye, aynı zamanda toplumsal farkındalık için de önemli bir kaynaktır.
Yılmaz’ın hikâyesi, bir çocuğun sessiz ama güçlü direnişinin hikâyesidir. Bu direniş, bazen bir şapka ile sembolleşir, bazen bir bakışla, bazen de yalnızca bir dilim pastayı uzatmakla anlam kazanır. Ancak her koşulda, bu hikâye bize şunu hatırlatır: bir çocuğu anlamak, bir toplumu anlamanın ilk adımıdır.




