
Alemdağ’da Var Bir Yılan Hikâye Çözümlemesi: Yalnızlık, Gerçeklik ve Anlatım Üzerine
Giriş
Sait Faik Abasıyanık, 20. yüzyıl Türk öykücülüğünün modernleşme sürecine yön veren en özgün yazarlarından biridir. Onun 1954 yılında yayımlanan ve ölümünden kısa bir süre önce kaleme aldığı Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabı, yalnızca adını taşıyan hikâyeyle değil, kitabın genelinde yer alan tüm öykülerle Türk hikâyeciliğinde dönüm noktası niteliğindedir. Kitap, bireyin iç dünyasını merkezine alırken, geleneksel hikâye yapısını bilinçli biçimde yıkarak hem yapısal hem de tematik anlamda postmodern bir şiirsellik taşır.
İçindekiler (Hızlı Erişim)
Kitaptaki “Alemdağ’da Var Bir Yılan” adlı hikâye, Sait Faik’in edebi yolculuğunun hem zirvesi hem de yön değişimidir. Bu eser, yazarın kendi varoluşsal sancılarını, modern bireyin yalnızlık duygusunu ve gerçeklikten kaçış isteğini lirik bir üslupla harmanladığı güçlü bir metindir. Hikâyede, İstanbul’un gece sokaklarında amaçsızca dolaşan, içsel çözülmeye yaklaşmış bir anlatıcının gözünden; bireyin toplumsal bağlardan kopuşu, dostluk ve aidiyet özlemi çarpıcı biçimde işlenir. Anlatı, klasik olay merkezli kurgu yerine, parçalı yapısı ve bilinç akışı tekniğiyle karakterin zihinsel karmaşasını merkezine alır.
“Alemdağ’da Var Bir Yılan”, Türk edebiyatında modernist anlayışın habercisi olan öncü hikâyelerden biri olarak kabul edilir. Hikâyede adeta bir bilinç akışı formunda ilerleyen metin, okuru hem kentsel hem de içsel bir yolculuğa çıkarır. Bu çözümlemede yalnızlık teması, gerçeklik ve hayal çatışması ile karakterlerin zihinsel çözülmeleri üzerinden metin ayrıntılı biçimde incelenecektir.
Tema ve Çatışma
“Alemdağ’da Var Bir Yılan”, tematik düzlemde yalnızlık, yabancılaşma, içsel bölünme ve gerçeklikten kaçış gibi birey merkezli izlekler üzerine kuruludur. Sait Faik, bu hikâyede klasik anlamda bir olaydan çok, bireyin zihinsel çözülüşünü merkeze alır. Hikâyenin iskeletini oluşturan “yalnızlık teması”, hem anlatıcının kişisel deneyiminde hem de karşılaştığı karakterlerin yaşamlarında farklı biçimlerde tezahür eder. Anlatıcı sokak sokak dolaşırken yalnızca şehirle değil, kendisiyle de yüzleşir. Karakterlerin her biri—Hidayet, parkta yatmayı tercih eden adam, Zeyrek’teki köpek, Panco—bu yalnızlık halinin başka bir yansımasıdır.
Hikâyede dikkat çeken bir diğer ana tema ise gerçek ile hayal arasındaki sınırın silikleşmesidir. Anlatıcının zihinsel durumunun karışıklığı, anlatının yapısal parçalanmasıyla birleşir. Hidayet’in cebine saklanması, sokak köpeğiyle felsefi bir konuşma yapılması, Panco’nun bir tür düşsel dost olarak sıkça anılması gibi unsurlar, hem hayalin hem de halüsinasyonun metne sızdığını gösterir. Gerçek zamanla düş, anılarla fantezi iç içe geçer. Bu nedenle metin yalnızca bireyin yalnızlığı değil; bireyin gerçeklikten kopuşunun da anlatısıdır.
Temalar, çatışma unsurlarıyla sürekli beslenir. En temel çatışma, birey ile toplum arasındaki uyumsuzluktur. Anlatıcı toplumun ritmini yakalayamaz; gece yarısı sokaklarda gezerken, sabahın ışığına ulaşmak yerine zihninde daha da çözülen bir figüre dönüşür. Hidayet’in “sevgi karın doyurmaz” isyanı, parkta yatan adamın “dünyayı seyret, başka hiçbir şeyin anlamı yok” çıkışı ya da genç arabacının “çok içtim amca” sözleri; her biri toplumdan düşmüş, kendi iç evrenlerine çekilmiş karakterlerin çatışmalarını yansıtır.
Çatışma yalnızca dış dünya ile değil, karakterin kendi içinde de devam eder. Anlatıcı sürekli olarak bir iç sesle konuşur; pişmanlıklar, özlemler, hayaller arasında savrulur. Bu savrulmalar, metnin lineer olmayan yapısıyla birleşerek çatışmayı yapısal bir düzleme taşır. Sonuç olarak hikâye, hem tematik hem de yapısal olarak parçalanmış bireyin anlatısına dönüşür.
Olay Örgüsü (Serim–Düğüm–Çözüm)
Sait Faik’in “Alemdağ’da Var Bir Yılan” hikâyesi klasik anlamda başı-sonu belirgin bir olay örgüsüne sahip değildir. Ancak anlatıcının gece yarısı başlayan ve sabaha kadar süren zihinsel yolculuğu, serim–düğüm–çözüm yapısına uygun şekilde yeniden yapılandırılabilir. Bu yapı, fiziksel değil, içsel bir hareketin izlerini taşır. Hikâye boyunca anlatıcı; sokaklarda, parklarda, tramvay duraklarında ve anılarında dolaşırken, asıl yolculuğunu kendi iç dünyasında gerçekleştirir.
Serim:
Hikâye, anlatıcının sinemadan çıkıp yağmur altında yürümeye karar vermesiyle başlar. Anlatıcı, Atikali semtine doğru rastgele bir yolculuğa çıkar. Bu noktada fiziksel hareket kadar zihinsel akış da başlamıştır. Panco isimli düşsel bir dosttan söz eder. Annesi, köpeği Arabi ve Panco arasında gidip gelen düşünceler, anlatıcının aidiyet ve dostluk ihtiyacını gösterir. Bu yolculukta ilk çarpıcı karşılaşma, cebine sığınan “Hidayet” karakteriyle yaşanır. Hidayet’in sevdiği kadın olan Pakize’yi öldürmesiyle anlatı gerçeklikten sapar; hayalle halüsinasyon birbirine karışır.
Düğüm:
Gecenin ilerleyen saatlerinde anlatıcı, Fatih parkında bir adamla karşılaşır. Bu adam yağmurlu zeminde ıslanmış hâlde, dünyaya hayranlıkla bakar. Onun varoluşsal monoloğu, hikâyenin düğüm noktasını oluşturur. Bu karşılaşma, anlatıcının içsel yalnızlığını daha da derinleştirir. Sonrasında bir köpekle yapılan felsefi konuşma, iç çatışmaların ve yabancılaşmanın bir başka katmanını açar. Hikâye ilerledikçe anlatıcı giderek daha çok içe kapanır, hatta bazı sahnelerde gerçeklikle olan bağı tamamen kopar. Anlatıcı, sürekli Panco’ya seslenir, ona hikâyeler anlatacağını söyler, fakat bir türlü ona ulaşamaz.
Çözüm:
Hikâye çözüm bölümünde, anlatıcının fiziksel ve zihinsel olarak daha da dağılmış hâle geldiği bir noktaya ulaşır. Zeyrek’te bir köpeğe hitaben yaptığı uzun konuşmada, hem kendisinin hem hayvanın yalnızlığını bir kader olarak kabullenir. En sonunda bir meyhaneden dönen sarhoş bir gençle sohbet eder; bu sahne, hem gerçekliğe bir geri dönüş hem de insanlarla kurulan temasın geçiciliğini vurgular. Anlatıcı, sonunda Panco’nun evinin önüne gelir fakat ona sesini duyuramaz. Bu ân, hikâyenin yalnızlık ve ulaşamama temalarının en çarpıcı simgesidir. Otomobile binip uzaklaşırken, hem gecenin hem anlatının sonuna gelinmiştir. Ancak klasik hikâyelerdeki gibi bir çözülme ya da net bir son bulunmaz; çözüm, eksik ve belirsiz bırakılır.
Sonuç olarak “Alemdağ’da Var Bir Yılan”, olaylardan çok izlenimlere ve bilinç akışına dayalı bir anlatı sunar. Serim, düğüm ve çözüm unsurları, klasik biçiminden sapmış, anlatıcının ruh hâliyle iç içe geçmiş hâlde yeniden şekillenmiştir.
Anlatıcı ve Bakış Açısı
“Alemdağ’da Var Bir Yılan” hikâyesi, birinci tekil kişi anlatıcı tarafından kaleme alınmıştır. Anlatıcı, hem gözlemci hem de deneyimleyici konumundadır; hikâye boyunca yaşanan olayları olduğu kadar, kendi iç dünyasındaki karmaşayı da bizlere aktarır. Bu anlatım biçimi, okuyucuyu doğrudan karakterin zihin dünyasına taşıyarak hikâyeye güçlü bir duygusal bağ kurulmasını sağlar.
Anlatıcının bilinç akışına dayalı iç monologları, klasik hikâye yapısından ayrılan bir teknik tercihidir. Anlatıcı çoğu zaman dış dünyayı aktarmaz, onun yerine zihninde dönen duygu, düşünce ve hayalleri metne taşır. Bu da anlatıcının güvenilirliğini tartışmaya açık hale getirir. Gerçekle hayal arasında net çizgiler çizilmez; cebinde saklanan bir insan (Hidayet), felsefi konuşmalar yapan bir sokak köpeği ya da hayalî dost Panco gibi unsurlar, anlatıcının iç dünyasında vücut bulur.
Güvenilirlik, bu noktada sorgulanabilir. Anlatıcının sarhoşlarla, gece gezginleriyle yaptığı diyaloglar; zaman ve mekân algısındaki belirsizlikler; gerçeklikten sık sık kopması; okuru anlatıcının zihninin dışında bir gerçekliğin var olup olmadığını düşünmeye zorlar. Ancak bu durum, anlatıcının amacının dış dünyayı aktarmak değil, iç dünyanın karmaşasını duyurmak olduğu düşünülürse anlam kazanır.
Ayrıca, anlatıcı kendini sürekli Panco’ya anlatma ihtiyacı hisseder. Panco, hikâyede fiziksel olarak bulunmayan ancak anlatıcının ona sürekli seslendiği hayalî bir figürdür. Bu bağlamda bakıldığında, anlatıcı sadece okuyucuya değil, kendi içindeki bir benliğe ya da geçmişe de sesleniyor olabilir. Bu yönüyle anlatıcı, hem özne hem de nesnedir; anlatan ve anlatılan kişidir.
Anlatıcının iç sesi, kimi zaman ironik, kimi zaman şefkatli, çoğu zaman da yorgun bir tonda ilerler. Bu, hikâyeye derin bir içtenlik kazandırır. Okuyucu, anlatıcının zihninde bir yolculuğa çıkar ve bu yolculukta yalnızlığın, sevginin, pişmanlığın ve umutsuzluğun izlerini birebir hisseder.
Sonuç olarak, hikâyenin anlatıcısı, klasik anlamda nesnel bir gözlemci değil; kendi zihinsel çözülüşünü okuyucuya tüm karmaşıklığıyla sunan içsel bir anlatıcıdır. Bu tercih, hikâyeye hem şiirsel bir yoğunluk hem de modernist bir anlatı derinliği kazandırır.
Karakter Analizi ve İç Çözümleme
Sait Faik’in “Alemdağ’da Var Bir Yılan” hikâyesinde klasik anlamda bir başkahraman yoktur. Ancak hikâyenin merkezinde yer alan birinci tekil kişi anlatıcı, tüm anlatının taşıyıcısı ve duygusal merkezidir. Onun zihninden süzülen düşünceler, hikâyeyi hem biçim hem de içerik açısından belirler. Karakterler çoğu zaman anlatıcının iç dünyasının yansımaları olarak kurgulanır.
Anlatıcı
Anlatıcı, toplumdan kopmuş, aidiyet duygusunu yitirmiş, yalnızlıkla örülü bir bireydir. Gecenin ilerleyen saatlerinde İstanbul sokaklarında dolaşan bu karakter, görünürde bir amaç taşımamakta; ancak derinlerde bir arayış içindedir. Annesi, köpeği Arabi ve Panco gibi figürler üzerinden aidiyet ve sevgi ihtiyacını dile getirir. Fakat hiçbir temas kalıcı değildir. İnsanlarla, hayvanlarla ve hatta hayali varlıklarla kurduğu ilişkiler, kısa süreli duygusal çıkışlar yaratır; ardından yeniden yalnızlığa dönüş yaşanır. Anlatıcının düşünceleri sürekli olarak geçmiş, hayal ve bilinç akışı arasında gidip gelir. Bu da onun gerçeklik algısının ne denli sarsıldığını gösterir. İç çözümlemesi, duygusal olarak yorgun, zamanla ve toplumla uyumsuz bir birey tablosu çizer.
Hidayet
Hikâyede anlatıcının cebine giren ve Pakize’yi öldürdüğünü söyleyen Hidayet, anlatıcının bilinçaltının bir yansımasıdır. Hidayet, büyük bir aşkın ardından gelen hayal kırıklığı ve şiddetle kendini gösteren içsel patlamayı temsil eder. Onun hikâyesi, hem gerçek olabilir hem de anlatıcının zihninde canlandırdığı bir metafordur. Hidayet’in “seviyordum abi” diyerek başlayan ve iç hesaplaşmalarla dolu anlatımı, sevginin karşılıksızlığı karşısında yaşanan kırılmaları gözler önüne serer. Aynı zamanda Hidayet karakteri, toplumun alt sınıfına mensup bireylerin çaresizliğini ve marjinalleşmesini de yansıtır.
Panco
Panco, anlatıcının sürekli seslendiği, ona hikâyelerini anlatmak istediği, ancak bir türlü ulaşamadığı hayali bir dosttur. Panco fiziksel olarak hiç görünmese de anlatıcı için bir tür iç hesaplaşma ve duygusal güvenlik alanıdır. Anlatıcının yalnızlığını paylaşmak, onay almak ve anlatmak istediği figürdür. Bu anlamda Panco, anlatıcının benliğiyle kurduğu içsel diyaloğun adıdır. Aynı zamanda geçmişe, çocukluğa ya da artık var olmayan bir dosta duyulan özlemin simgesidir.
Diğer Karakterler
Hikâye boyunca anlatıcı farklı insanlarla karşılaşır:
- Parkta yatan adam, sistemden kaçmış, doğanın içinde aradığı huzuru bulmuş biridir. Onun dünyaya duyduğu hayranlık ve umursamazlık, anlatıcının zihninde bir tür “özgürlük” imgesi yaratır.
- Arabacı genç, sarhoş hâliyle aşk ve gerçeklik arasında sıkışmış gençliğin portresidir.
- Zeyrek yokuşundaki köpek, anlatıcının kendi yalnızlığını yansıttığı bir ayna görevi görür. Onunla yapılan konuşma, insanın hayvanla bile kurmak istediği duygusal temas arzusunu gösterir.
Tüm bu karakterler, anlatıcının yalnızlık, aşk, aidiyet, gerçeklik ve ölüm gibi duygularla boğuşurken karşısına çıkan zihinsel figürlerdir. Her biri, anlatıcının bir yönünü yansıtır ya da onun iç çatışmasına ayna tutar.
Mekan ve Zaman
“Alemdağ’da Var Bir Yılan” hikâyesinin en dikkat çekici yönlerinden biri, mekânların yalnızca fiziksel değil; aynı zamanda duygusal atmosferler olarak kullanılmasıdır. Hikâyede İstanbul sokakları, parklar, semtler ve evler anlatıcının ruhsal durumuna göre anlam kazanır ya da anlamsızlaşır. Yağmurlu hava, gece vakti, ıssız sokaklar ve loş ışıklar; metnin genel karamsar ve içe dönük tonunu destekler.
Hikâye büyük ölçüde İstanbul’un gece manzarasında geçer. Anlatıcı Atikali, Fatih, Zeyrek, Şişli ve Bomonti gibi semtlerde dolaşır. Bu semtler, geleneksel İstanbul’un hem merkezî hem de kenar mahallelerini temsil eder. Ancak bu mekânlar birer arka plan olmanın ötesine geçerek karakterin iç dünyasının yansıtıcıları haline gelir. Özellikle Fatih Parkı, “demirlere başını dayayıp gökyüzüne bakan” adamın varlığıyla bir içsel aydınlanma mekânına dönüşür. Aynı şekilde Zeyrek’teki köpek, fiziksel bir unsur değil; yalnızlığın ve dostluk arzusunun mekânla birleşen sembolüdür.
Ayrıca mekânın atmosferi, karakterin zihinsel durumuna doğrudan bağlıdır. Yağmur, sürekli ıslanma, buhar, karanlık ve nemli hava, karakterin içsel bulanıklığını, yorgunluğunu ve duygusal karmaşasını dışa vurur. Sait Faik, doğa unsurlarını salt betimleyici değil, karakter çözümlemesini derinleştirici biçimde kullanır. Parktaki taşlar, boyalı demirler, bulutlar, sigara dumanları ve çamurlar bile anlatıcının zihnindeki dağınıklığın simgeleri gibidir.
Zaman ise hikâyede oldukça akışkan ve belirsizdir. Anlatı, gece vakti başlasa da zamanın ilerleyişi lineer değildir. Sabah olup olmadığı, günün hangi saatine geçildiği tam olarak anlaşılamaz. Zaman, karakterin ruhsal çözülmesine eşlik eder biçimde esner ve bükülür. Bir yandan saatlerden, gece yarısından, vapur saatlerinden söz edilir; öte yandan anlatıcının hayallerle gerçekler arasında kaybolması zaman algısını muğlaklaştırır.
Ayrıca zamanın ruhu da hissedilir. 1950’li yılların toplumsal gerçekliği, dolaylı biçimde anlatıya sinmiştir. İşsizlik, kent yoksulluğu, sınıfsal gerilimler ve bireyin giderek yalnızlaşması; hem dönemin ruhunu hem de anlatıcının kişisel trajedisini pekiştirir.
Sonuç olarak, “Alemdağ’da Var Bir Yılan”da mekân ve zaman, sabit, nesnel veriler değil; anlatıcının psikolojik yapısına göre şekillenen esnek kavramlardır. Bu yönüyle hikâye, modernist anlatının belirgin bir örneği hâline gelir.
Anlatım Teknikleri ve Dil‑Üslup
Sait Faik Abasıyanık, “Alemdağ’da Var Bir Yılan” adlı hikâyesinde geleneksel hikâye tekniklerinin ötesine geçerek modernist ve deneysel bir anlatım anlayışı benimser. Bu metin, yazarın biçimsel arayışlarının ve dilsel cesaretinin en güçlü örneklerinden biridir. Anlatım, bir olay örgüsünü takip etmekten çok, bir ruh hâlinin çözülmesini ve bireyin iç dünyasını yansıtmayı amaçlar.
Bilinç Akışı ve İç Monolog
Hikâyenin anlatımında öne çıkan temel tekniklerden biri bilinç akışıdır. Anlatıcının düşünceleri çoğu zaman mantıksal bir sıra izlemez; iç içe geçmiş hatıralar, hayaller, gözlemler ve sorgulamalar ardı ardına sıralanır. Bu teknik sayesinde okur, anlatıcının zihninde bir gezintiye çıkar. İç monologlar, karakterin dış dünyadan çok kendi iç sesiyle iletişimde olduğunu gösterir. Özellikle Panco’ya yapılan hitaplar ya da köpekle yapılan “konuşmalar” bu yapının birer parçasıdır.
Diyaloglar ve Gerçeküstülük
Hikâyede birçok sahnede gerçek ile hayal iç içe geçer. Cebine sığınan Hidayet karakteri, sokakta yatan adamın doğayla bütünleşen varoluşu ya da Zeyrek’teki köpekle yapılan diyaloglar; sıradan bir olayın anlatımı olmaktan çıkarak gerçeküstü bir hava taşır. Bu tür sahnelerde kullanılan diyaloglar, karakterler arasında olduğu kadar anlatıcının kendi iç sesiyle yaptığı konuşmalarla da birleşir.
Sembolizm ve Motifler
Sait Faik, hikâyede yer yer sembollere başvurur. Örneğin yağmur, sadece doğa olayı değil; karakterin içsel boşalması ve arınmasıdır. Sigara dumanı, geçiciliğin ve boş vermişliğin bir simgesi hâline gelir. Pardösünün kürkü, güven, sıcaklık ve belki de eski bir sevgiliye duyulan özlemi temsil eder. Bu imgeler hikâye boyunca tekrarlanarak birer motif işlevi görür.
Üslup Özellikleri
Yazarın dili yalın ama şiirseldir. Günlük konuşma diline yakın bir anlatım tercih edilir; ancak bu sadelik metni yüzeysel değil, daha derin ve içten kılar. Kimi cümlelerde sözcüklerin peş peşe yinelenmesi, anlamı yoğunlaştırırken ritim de yaratır. Örneğin: “Ellerim büyüyor, büyüyor, büyüyor…” ifadesi hem ruhsal bir durumun tekrarı hem de zamanın büküldüğü anlardan biridir. Ayrıca dilin esnekliği ve serbestliği, anlatıcının ruh hâlini doğrudan biçimlendirir.
İroni ve Alay
Hikâyede zaman zaman ironi ve ince bir alay hissedilir. Özellikle anlatıcının kendine yönelik ifadelerinde bu ton belirgindir. Kendini sorgulayan, küçümseyen ya da hafifçe tiye alan ifadeler, hikâyeye içten bir samimiyet katar. Bu durum anlatıcının güvenilirliğini azaltmak yerine, onu daha sahici kılar.
Sonuç olarak, “Alemdağ’da Var Bir Yılan” hikâyesi biçimsel olarak modernist özellikler taşıyan, dili içsel ritmiyle örülmüş, teknik açıdan deneysel bir anlatıdır. Sait Faik, hem biçimde hem içerikte geleneksel kalıpları bilinçli olarak kırarak Türk hikâyeciliğine yeni bir yol açmıştır.
Sonuç
Sait Faik Abasıyanık’ın “Alemdağ’da Var Bir Yılan” adlı hikâyesi, Türk edebiyatında modernist anlatımın erken ve güçlü örneklerinden biridir. Klasik olay örgüsüne bağlı kalmayan bu metin, biçimsel olarak parçalı, içerik olarak ise yoğun bir yalnızlık ve yabancılaşma hissiyle örülüdür. Anlatıcı; gerçek, hayal ve bilinçaltı arasında gidip gelirken; okuyucu da onunla birlikte zaman ve mekân algısını yitirir. Bu yönüyle hikâye, yalnızca bireyin içsel çözülmesini değil, dönemin sosyal yapısına duyulan bir kırgınlığı da derinlemesine işler.
Yazar, sade ve samimi bir üslupla kaleme aldığı bu metinde insan ilişkilerini, hayal kırıklıklarını, kent yaşamının soğuk yüzünü ve insanın içsel kopuşunu güçlü sembollerle işler. Anlatım teknikleri bakımından bilinç akışı, iç monolog, gerçeküstücülük ve metaforlarla zenginleşen yapı, geleneksel anlatılardan ayrılarak okuru düşünsel bir katmana taşır.
“Alemdağ’da Var Bir Yılan” yalnızca bireysel bir hikâye değildir; aynı zamanda bir çağın, bir şehrin ve bir ruh hâlinin ifadesidir. Anlatıcının Panco’ya duyduğu özlem, köpekle kurduğu diyalog, cebine sığınan Hidayet gibi ayrıntılar; bireyin insanlarla kuramadığı ilişkinin metaforik tezahürüdür. Bu yönüyle eser, insanın içsel çöküşüne tanıklık etmek isteyen her okura hitap eder. Özellikle bireysel yalnızlığı, anlam arayışını ve kent yaşamının yabancılaştırıcı etkilerini anlamaya çalışanlar için derinlemesine bir okuma sunar.
Hikâye, okura klasik sonlarla biten bir huzur duygusu vermez. Tam tersine, insanın kendiyle hesaplaşmasının kolay ve tek bir cevabı olmadığını gösterir. Bu açıdan edebî değeri, sadece tematik cesaretinden değil; aynı zamanda biçimsel yenilikçiliğinden de kaynaklanır.
Sait Faik’in bu eseri, yalnızlığı ve dostluğu edebiyatın en içten sesiyle anlatan; hayatın küçük anlarındaki büyük anlamlara dikkat çeken güçlü bir anlatıdır. Türk öykücülüğünün gelişiminde hem tematik hem biçimsel kırılmaların öncüsü olması bakımından da özel bir yerde durur.




